25 Haziran 2012 Pazartesi

Allah’tan Başka İlah Yoktur

İslam’ın temeli, Allah’ın varlığını anlamak ve O’ndan başka hiçbir İlah olmadığını kavramaktır. İslam dini, bu en büyük gerçeğin bir insanın tüm hayatına hakim olması, tüm yaşamını bu gerçeğe göre yaşaması demektir. İslam’ın temel kaynağı olan Kuran’da, dinin temeli olan bu en büyük gerçek, Kuran’da şöyle ifade edilir:
Sizin İlahınız tek bir İlahtır; O’ndan başka İlah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir (bağışlayan ve esirgeyendir). (Bakara Suresi, 163)
İnsanların çoğu, etraflarındaki cisimlerin ve kendi bedenlerini oluşturan maddenin mutlak varlık olduğunu sanır, Allah’ı ise kendilerince soyut bir varlık zannederler. (Allah’ı tenzih ederiz.) Oysa gerçekte asıl var olan Allah’tır, diğer herşey ise O’nun yarattıklarıdır.
İçinde yaşadığımız kainatı Allah yaratmıştır. Kainat yaratılmadan evvel ise, maddesel anlamda hiçbir şey yoktu; tüm canlı ve cansızlar, varlık haline getirilmemişti, tam anlamıyla bir yokluktu. Kainatın yaratıldığı anda; zamanı, maddeyi ve mekanı, bunların hepsinden münezzeh olan ve sonsuzluğun sahibi Ezeli ve Ebedi olan Allah yaratmıştır. Bir Kuran ayetinde Allah’ın kusursuz yaratışı şöyle haber verilir:
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “Ol” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
Allah, maddeyi yarattıktan sonra da herşeyi kontrolü altında tutmaktadır. Şu anda meydana gelen herşeyi, her an, Allah yaratmaktadır. Yağan her yağmur damlasını, doğan her çocuğu, yaprakların fotosentezini, canlıların vücutlarındaki işlemleri, galaksilerdeki yıldızların rotalarını, yarılan her tohumu ve düşünüp düşünemediğiniz her olayı Allah sürekli yaratmaktadır. Kendiliğinden oluşan hiçbir şey yoktur. Meydana gelen herşeyi yaratan Allah’tır. Tüm olayların Allah’ın emriyle gerçekleştiği Kuran’da şöyle haber verilir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)Ya da halkı sürekli yaratmakta olan, sonra onu iade edecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? De ki: “Eğer doğru söylüyor iseniz, kesin-kanıt (burhan)ınızı getiriniz.” (Neml Suresi, 64)
Kendi haline bırakılmış olsa, herşey, doğal olarak düzensizliğe doğru gider, dağılır, bozulur ve yok olurdu. Oysa, canlı hücrelerinden kainattaki yıldızlara kadar, tüm sistemlerdeki mükemmel düzenin sürekliliği, onların üzerinde her an bir kontrol olduğunu ve her an aynı mükemmellikte yaratıldıklarını gösterir. Kainatın her neresine baksak bu mükemmelliği ve kusursuzluğu görürüz. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman’ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
Tüm bu gerçeklere rağmen, Allah’ın yaratışını reddedip O’nun yarattığı varlıklara bilinç atfetmek, bir gökdelenin inşaat ustaları tarafından değil de, tuğlaların kendi karar ve iradeleriyle veya hepsinin tesadüfen üst üste dizilmesi sayesinde oluştuğunu iddia etmek kadar saçmadır.
Evrendeki mükemmel düzen ve canlılardaki kusursuz sistemler, bizlere hepsini tek Yaratıcı’nın, yani Yüce Allah’ın yarattığını göstermektedir. İkinci bir ilah, dolayısıyla, kendi istediği gibi yapmak isteyen ikinci bir irade olsaydı, mutlak surette bir karışıklık, bir uyumsuzluk ve çelişki oluşurdu. Bir Kuran ayetinde, Allah’tan başka hiçbir İlah olmadığı ve O’ndan başka hiçbir varlığın kainatta gücü bulunmadığı şöyle anlatılmaktadır:
Allah, hiçbir çocuk edinmemiştir ve O’nunla birlikte hiçbir ilah yoktur; eğer olsaydı, her bir ilah elbette kendi yarattığını götürüverirdi ve (ilahların) bir kısmına karşı üstünlük sağlardı. Allah, onların nitelendiregeldiklerinden Yücedir. (Müminun Suresi, 91)
Ayette özellikle bildirildiği gibi, Allah’tan başka İlah yoktur. Ve Allah’ın hiçbir surette çocuğu da yoktur. O, bu gibi insani sıfatlardan münezzehtir. Bu ayetten anlıyoruz ki, Allah’ın çocuğu olduğunu, Kendisi’ne “oğul” edindiğini iddia edenler de büyük bir yanılgı içindedirler. (Allah’ı tenzih ederiz.) Ayetlerde Allah’ın tek olduğu gerçeği şöyle anlatılır:
De ki: O Allah, Bir’dir. Allah, Samed’dir (herşey O’na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır). O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O’nun dengi değildir. (İhlas Suresi, 1-4)

Herşeyin Allah’ın Kudretinde  Olduğunu Bilerek Hareket Etmek
ADNAN OKTAR: Derin düşünmede bir kere ilk istenecek şey; Allah’tan müstakil akla sahip değiliz biz, yani insan bunu bir kere bilecek. Allah’a karşı saygıyı tam oturtmak lazım. Allah dilemedikçe biz hiçbir şey dileyemeyiz. Allah konuşturmadıkça hiçbir şey konuşamayız. Tamamen her şey Allah’ın kontrolündedir. Kaderimizde olanı biz görürüz. Bir kere bunu bilecek kişi, bunu bildiğinde şirkten kurtulur, öbür türlü “ben yapıyorum, ben ediyorum” derse şirk olur, aklı da kapanır. Mesela şu anda da bizi konuşturan Allah, sizi de beni de konuşturan Allah. Tek kelime konuşamayız Allah istemezse. Güzel dua etmek lazım, akıllı dua etmek lazım. Yarabbi denilecek, bütün güç kuvvet senin elinde, varlığın açık, çok sarih, benim imanımı hiç sarsılmaz çok güçlü derin, keskin bir imana çevir. Çok köklü hale getir ve hiç değişmesin, hiçbir şeyle sarsılmasın Yarabbi, diyecek. Yani şimdi bu nimeti aldı mı bir insan ondan geri hepsi tamamdır. Bütün mesele çok güçlü ve kararlı bir imandadır. Ondan sonra Allah korkusu da olur, Allah sevgisi de olur, bereket de olur, akıl fikir de gelir insana, derinlik de gelir, tutku da gelir, her şey gelir, önce sarsılmaz kararlılıkta bir iman. Bunun için de çok sağlam bir vicdan gerekir, vicdanı çok güçlü olacak çünkü her gün bizi sarsacak olaylarla karşılaşırız. Zayıf varlıktır insan. 
Allah, şeytandan Allah’a sığınırım, “insan zayıf yaratıldı” (Nisan Suresi, 28) diyor. İnşaAllah. Zayıf yaratıldı ne demek, her yönde zayıftır. Yani bedenen mesela bakın bir grip salgını var, herkes yataklara seriliyor, değil mi? Ciddi ölüm tehdidi de oluyor insanda. Küçük bir virüs hiç görülmemiş bir virüs bir insanı rahatça öldürebiliyor yani güçlü deniyor, sıhhatli dediğiniz adamı da yenilemez deneni de, gayet rahatça devirir bir insanı. Bizim yapacağımız tam Allah’a teslim olmak… Dünya artık epridi ihtiyarladı artık son demlerini yaşıyor. Vicdanı sıkmamak, kendini bırakmak, aşkla Allah’ı sevmek, deli aşık olmak, sevgiye gönül vermek çok önemlidir. Allah’ı sevmek, Allah’a derin inanmak, Allah’ın delillerini iyi araştırmak lazım. Allah’ı sevmek için, çünkü Allah diyor ki: “İlim sahipleri Allah’tan hakkı ile korkarlar” (Fatır Suresi, 28) diyor, şeytandan Allah’a sığınırım. 
İlim sahibi ne demek? Bütün bilim dallarında araştırma yapan insan. Fizik, kimya, biyoloji, paleontoloji her dalda Allah’ın delillerine bakmak lazım. Allah’ın delillerine bakanın imanı derinleşir. Atomun yapısına bakacak, hücrenin yapısına bakacak, jeolojiyi inceleyecek, paleontolojiyi inceleyecek, astronomi ile ilgilenecek, gök bilimi ile uğraşacak değil mi uzaydaki cisimleri inceleyecek, sonsuzluğu düşünecek Big Bang’i düşünecek, maddenin ilk yaratılışını düşünecek bunların hepsini düşüne düşüne beyin müthiş gelişir ve bu da muazzam güçlü bir imana sebep olur, ama tabii Allah’a tam teslimiyet gerekiyor. (Adnan Oktar’ın Kayseri TV röportajından, 29 Kasım 2009)

Allah Her Yeri Kuşatmıştır

İnsanların bir kısmı, Allah’ın belirli bir yerde olduğunu zanneder. Özellikle Allah’ın gökyüzünde, evrenin uzak bir yerinde bulunduğu şeklindeki bir batıl inanç oldukça yaygındır. (Allah’ı tenzih ederiz.) Gerçekte ise, Allah her yerdedir ve herşeyi kuşatmıştır. O, asıl ve tek mutlak varlıktır ve tüm varlıkların O’na boyun eğdiği bir ayette şöyle haber verilir:
Allah… O’ndan başka İlah yoktur. Diridir, kâimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
Allah, her an, her yerdedir. Allah’ın bulunmadığı hiçbir yer, kontrolünün olmadığı, denetlemediği hiçbir varlık ve canlı yoktur. Herşeye gücü yeten Allah her türlü zaaf ve aczden münezzehtir.
Allah, tek mutlak varlık olarak, tüm kainatı, tüm insanları, yerleri, gökleri, her yeri sarıp kuşatmıştır ve Allah tüm evrende tecelli etmektedir. Hadislerde rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (sav), Allah’ın gökte olduğunu söyleyen bir şahsa doğru söylediğini bildirmiştir. Ancak bu rivayet, Allah’ın her yerde olduğu gerçeğiyle hiçbir şekilde çelişmemektedir. Zira, dünyanın sizin bulunduğunuz noktasındaki bir kişi ellerini göğe kaldırarak Allah’a dua etse ve Allah’ın gökte olduğunu düşünse, Güney Kutbu’nda bir başka insan da aynı şekilde Allah’a yönelse, Kuzey Kutbu’nda bir insan ellerini göğe kaldırsa, Japonya’daki bir insan, Amerika’daki bir insan, Ekvator’daki bir insan da aynı şekilde ellerini göğe kaldırarak Allah’a yönelse, bu durumda herhangi bir sabit yönden söz etmek mümkün değildir. Aynı şekilde evrenin ve uzayın farklı noktalarındaki cinler, melekler, şeytanlar da göğe doğru dua etse herhangi bir sabit gökten veya yönden söz etmek mümkün olmayacak, tüm evreni kaplayan bir durum olacaktır.
Şunu da unutmamak gerekir ki, Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. Allah’ın Zatı başkadır. Allah’ın tecellileri ise her yerdedir. Bir kişi bir odaya girse ve “burada Allah yok” dese, Allah’ı inkar etmiş olur. Allah’ın tecellileri o oda da dahil her yerdedir. Siz her nereye dönerseniz, Allah’ın tecellisi oradadır. Allah’ın her yeri sarıp kuşattığı, bize şah damarımızdan yakın olduğu, her nereye dönersek Allah’ın yüzünü göreceğimiz birçok Kuran ayeti ile bildirilmiştir. Örneğin Allah, Bakara Suresi’nin 255. ayetinde ”… O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır….” diye bildirmektedir. Hud Suresinin 92. ayetinde ise, ”… Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır.” denilerek, Allah’ın insanları da yaptıklarını da kuşattığı bildirilmektedir.

Allah İnsana Çok Yakındır

İnsanların büyük bir çoğunluğu Allah’ı kendilerinden uzak zanneder. Oysa gerçekte, Allah ”Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır” (İsra Suresi, 60) ayetinde buyurduğu gibi insanlara çok yakındır. İnsanın her durumunu görür, her sesini işitir. Hatta içinden geçen düşünceleri, kalbindeki sıkıntı ve vesveseleri bilir. Allah bir ayetinde bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.’ (Kaf Suresi, 16)
Allah her dua edenin -içinden etse dahi- duasını işitir ve ona cevap verir. Bu durum Kuran’da şöyle haber verilir:
Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)
Allah insanın kalbinden geçenleri de bilir. İnsanın yaptığı bir davranışı Kendi rızası için mi, yoksa nefsini tatmin etmek için mi yaptığını bilir. Bir Kuran ayetinde, Allah’ın insanların düşüncelerini bildiği şöyle hatırlatılmaktadır:
… Ve bilin ki, elbette Allah kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık ondan kaçının. Ve bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak davranandır. (Bakara Suresi, 235) Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir. (Taha Suresi, 7)

Allah, bu kitabı okuduğunuz şu an da her an olduğu gibi sizin yanınızdadır, yaptıklarınızı görmekte ve ne düşündüğünüzü de bilmektedir. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilir:
Allah’ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)

Allah Herşeyi Bir Kader İle Yaratmıştır

Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık. (Kamer Suresi, 49)
Kader; Allah’ın, geçmiş ve gelecek tüm olayları, zamansızlıkta yani tek bir an olarak takdir edip yaratmış olması ve bilmesidir.
Allah, maddeyi yaratmış, maddenin hareketi olarak da zamanı yaratmıştır. Zaman ancak insan için geçerli bir boyuttur. Zaman, insan için geçer, insan ancak zaman geçtikçe ne yaşadığını görür. Ancak Allah elbette ki Kendi yarattığı bir kavram olan zamana tabi değildir. Bir başka deyişle, Allah’ın zamanın akışını beklemesi, insanların zaman içinde ne yapacaklarını bekleyerek görmesi kesinlikle söz konusu değildir. Allah tüm bu eksikliklerden münezzehtir. Allah zamana tabi olmadığı, Ezeli ve Ebedi olarak mutlak ve sonsuz olduğu için, bizim için gelecekte yaşanacak olan bir olayı, daha yaşanmadan bilmektedir. Bizim için binlerce yıl sonra olacak bir olayı, Allah zamansızlık boyutunda bilir. Zaten o olayın olmasını dileyen, takdir eden ve yaratan da Kendisi’dir. Bu büyük sır, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir:
Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır. (Hadid Suresi, 22)

“Sonsuz Kısa Zaman, An İçerisinde, Allah Sonsuz Önceyi Ve Sonsuz Sonrayı Yaratıp Bitirmiştir”
ADNAN OKTAR: İnsanlar hep gece gündüz, sabah kalktığında, en çok insanların üstünde durduğu konu Allah’ın varlığı, ölüm, ahirette ne olacak, kader bu gibi konulardır. Yani her ne kadar insanlara sezdirmeseler de bu gece gündüz asıl beyinlerinde olan konudur. Çünkü televizyonda her gün bir insanın ölümü ile ilgili film oluyor, en azından bir böcek ölüsü bile görmüş olsa bir insan, ölümü hatırlar kendini de düşündüğünde ölümü hatırlar. Kader konusunda çok sıkıntıları oluyor, kader konusunu bu kadar anlatmama rağmen yine itirazlar var, yine anlatıyorlar. Diyorlar, “tabi ki Allah bir kader yaratmıştır, bir külli irade vardır, ama bir de cüzi irade vardır”. Yani, “Allah’ın haşa kontrol edemediği bize mahsus küçük bir güç vardır” diyorlar, “bize ait”. Yani, “bizim ne yapacağımızı Allah bilmiyor veyahut biliyor ama flu biliyor gibi ve biz yapınca Allah bize iki yolu gösterir, ama bizim hangi yoldan gideceğimizi nereden gideceğimizi de bilmez. Biz cüzi irademizle haşa o yolu seçeriz. Allah’a da haşa bir sürpriz bilgi olur bu, ilk defa karşılaşır ve böylece Allah bizi imtihan etmiş olur”. Böyle bir konu yok, cüzi irade de, külli irade de her ikisini de Allah yaratmıştır. Bakın tek bir an vardır, tek bir an ne demektir, sonsuz kısa zamandır. Yani an denen şey sonsuz kısa zamandır. Sonsuz kısa zaman an içerisinde Allah sonsuz önceyi ve sonsuz sonrayı yaratıp bitirmiştir. Yani yapılacak bir şey yok, yani yapacağı bir şey yok. Peki bu durumda senin cüzi iraden nasıl kader içinde olmuyor, dolayısıyla böyle enaniyetli ve kendini haşa Allah gibi gören insanlar bir kısım insanlar bu konuyu bir türlü hazmedemiyorlar. Yani Allah’ın cüzi iradeyi de külli iradeyi de yaratmış olması onlara dokunuyor ne hikmetse…

“Biz Allah’ın Tecellisiyiz
Ve Her Yerde Allah Var”
ADNAN OKTAR: …İkinci rahatsız oldukları konu da Allah’ın her yerde olması, Allah’ın gökte olmasını istiyorlar, gökte bir yerde belirli bir noktada olmasını istiyorlar. Yani göğün her yerinde de değil ama bak, gökte belirli bir noktada yani sonsuzluğa göre demek ki hiç sayılacak bir yerde, çünkü sonsuzluğa oranladığımızda herhangi bir yerde olan ne kadar büyük olursa olsun, bir hacim alan bir şey ki, haşa bizim böyle bir inancımız yok, sonsuz küçüktür. Değil mi sonsuz küçüktür, vardır ama küçüktür. Mesela diyor ki arkadaş geçenlerde yazmış, “Eğer Allah odanın içindeyse ve bizim her yerimizdeyse o zaman biz kendimiz de Allah olmuş oluyoruz”, diyor haşa. Biz Allah’ın Zatına tapıyoruz, tecellisi olmak ayrıdır, değil mi? Allah’ın Zatı ayrıdır, biz Allah’ın Zatına tapıyoruz. Tabi ki biz Allah’ın tecellisiyiz ve her yerde Allah var. Bizim bedenimizin içinde de var. Adam istemiyor bedeninin içinde Allah’ın olmasını dolayısıyla odanın içinde de olmasını istemiyor. Nerede olmasını istiyor? Gökte ve çok çok uzaklarda katrilyonlarca kilometre ötede bir yerde orada durmasını istiyor Allah’ın haşa. “Bu niye böyle olması gerek?” diyor, “niye bu gerekli” diyor “bunu anlamıyorum”. Yani demek ki sorulsa “Allah burada var mı” dendiğinde “yok” diyecek adam. Nerede? “Gökte, ama burada Allah yok” diyecek, dolayısıyla “dünyada da yok diyecek Allah”, değil mi? “Allah gökte ama burada yok”. “Sadece bilgisi ulaşabilir” diyor “Allah’ın kendisi olmaz” diyor. “Biz mutlak varlığız” diyor, “Allah gölge varlık”, hatta ben çocukluğumda duyardım. “Allah’ı ispat et” derlerdi, “sen televizyon görüntüsünü gösterebiliyor musun? Radyonun sesini gösterebiliyor musun?” veyahut değil mi “aklını gösterebiliyor musun, aklının içindekini, onun içindekini aklını gösteremediğine göre Allah’ı da gösteremezsin”, gibi açıklıyorlardı. Doğru Allah görünmez, yani bir mekanı olan zamanı olan bir varlık değil Allah. Zamanın ve mekanın dışında, fakat bu şahısların buradaki asıl amacı çok daha değişik mesela diyorlar ki bir genç kız varmış Peygamber (sav)’e gelmiş. Resulullah (sav) “Allah nerede” demiş, “Allah gökte” demiş. “Doğru söyledin” demiş Peygamber (sav). Bunu delil olarak göstertip Allah’ın gökte olduğuna inanıyorlar. 
Peki Allah gökte, şimdi elini kaldırdığında göğe doğru kaldırıyor çocuk bulunduğu Arabistan’da bunu diyor. Kuzey Kutbunda da bir kişi göğe kaldırıyor elini Allah’a dua ediyor, Güney Kutbunda da değil mi, ekvatorda da birisi kaldırıyor. Yani Dünya’nın, o kürenin bütün etrafındaki insanlar hepsi elini yukarıya kaldırıyor. Merih’te, Uranüs’te diğer bütün sistemlerde, bütün varlıklar ellerini göğe kaldırıyorlar. Böyle bir durumda uzay boşluğunun tamamını kaplayan bir durum olmuyor mu? Değil mi? Her yerde elini kaldırdığına göre her yer gök olduğuna göre değil mi mesela Merih’teki bir insan için gök alemi Dünya olmuş oluyor aynı zamanda değil mi? Elini kaldırdığında Dünya’ya doğru kaldırmış oluyor, Dünya’daki bir insan elini kaldırdığında bir başka gezegene doğru elini kaldırmış oluyor, dolayısıyla 360 derece tamamını kaplayan bir durum olmuş oluyor. Mesela bunu akledememişler, bunu söyledikten sonra zınk diye bu şey durdu bu anormal inançlarında, bir daha gelmedi. Fakat yine de kıyıdan köşeden böyle batıl inançlı insanlar çıkıyor, böyle izahlar yapan daha hala cüzi irade iddiasında olanlar var. Kardeşim tamam cüzi irade var da kaderin içerisinde var. Yani Allah’ın yarattığı kaderin içerisinde var, kader içerisinde yaratmış bitmiş, sen orada seçiyorsun, sen kendin seçiyorsun ama bu senin kaderinde olmuş oluyor, dolayısıyla senin yani Allah’a haşa sürpriz yapmak imkanın yok yani öyle Allah’ın bilmediği bir şeyi yapamazsın, var olan yaşanmış olan bir şeyi bir daha yaparsın, yapmış olursun o kadar…

“Cüz’i İrade De Külli İrade De Allah’ın Katında Olup Bitmiştir”
ADNAN OKTAR:…Şimdi bunu söyleyince insanlar yanlış anlıyor. Özgür irade yok deyince, “O zaman biz nasıl sorumlu oluyoruz?” diyor. Kardeşim şimdi burada bir kere adam kendi aklı ile kendi imkanı ile düşündüğünü zannediyor. Bütün düşünceyi yaratan Allah’tır. Mesela şu an ben konuşuyorum bunun tamamını Allah yaratıyor. Ama bu konuyu anlamaları için insanlara soruyoruz, diyoruz ki mesela bir Marksiste; “sen Marksist olurken, olduğunda veya şu anda herhangi bir zorlamayla karşılaşıyor musun, bir baskı var mı yani beynine, bilincine baskı var mı?” “Yok” diyor “ben özgür irademle yapıyorum” diyor, işte bu adaletin ta kendisidir. Mesela bir Müslümana da sorduğumuzda “seni zorlayan kimse var mı” diyoruz “herhangi bir güç yok” diyor. “Ben kendi özgür irademle yapıyorum” diyor. Her ikisi de kaderinde olanı yapmış oluyorlar…. Onun için ısrarla “cüzi iradem var benim, cüzi iradem var” diyor, peki senin cüzi iradeni kim yaratıyor? Allah yaratıyor, o zaman yine o, Allah’ın iradesi içerisinde kader içerisinde olmuş bitmiş olay. Dolayısıyla bunu akıllarına iyice koyacaklar cüzi irade de külli irade de Allah’ın Katında olup bitmiştir, tek bir an var olduğuna göre bakın bu ilginç olan da bu ben diyorum ki tek bir an var diyorum sonsuz kısa bir zaman. “Doğru mu?” diyorum “doğru” diyor. Her şey bu tek bir an içerisinde olup bitti. “Bu doğru mu?” diyorum “bu da doğru” diyor, “Allah zamanın dışında” diyoruz, “bu da doğru” diyor, “peki o zaman anlat bana kaderi” diyorum “bizim cüzi irademiz var”, diyor. “Bir de külli irade var ama cüzi iradeyi biz yaparız” diyor. E kardeşim demin ne söyledim ben, “tek bir an içinde yaptım bitti” demiyor musun sen değil mi? Tek bir an içinde her şey olup bittiğine göre hepsini Allah biliyor ve olmuş. Peki senin o cüzi iraden neyi yapmış oluyor yani sen Allah’tan bağımsız bir şey mi yapıyorsun? Yok, kader içerisinde onu yapmış oluyorsun yani yine Allah’ın gücünün bir tecellisi ile karşılaşıyorsun sen. Ama insanların anlaması için buna cüzi irade deniyor, külli irade denir. Külli irade de cüzi irade de Allah Katında olup bitmiştir. Ama adam diyorsa ki “yok külli irade Allah’a aittir, cüzi irade de bana aittir. Benim yaptıklarımı ben bilirim, Allah bilmez, Allah’a ben haşa sürpriz olarak bunları yapıyorum” diyorsa bu küfür olur. Bu açık, onun için yani bu konuda boş yere çırpınmasın hiç kimse, entel havalarına da girmeye gerek yok öyle Marksist taklidi yapmaya da gerek yok. 
“Allah göktedir” mantığından da vazgeçmeleri gerekiyor. Bu da bir şirktir. Allah’a mekan izafe ediyorlar. Ve çok küçük bir mekan içerisine Allah’ı haşa sıkıştırmaya çalışıyorlar. Böyle bir şey olmaz. Allah her yerdedir. “Şah damarınızdan daha yakınım” (Kaf Suresi, 16)diyorsa Cenab-ı Allah bu bitti. Yani bu muhkem ayet bu, açık. Şah damarımızdan. Demek ki Allah her yerde. Niye her yerde olmaması gerekiyor ayrıca? “Biz her yerdeyiz, ben her yerdeyim ama Allah hiçbir yerde” diyor haşa. Bu, Allah’ı inkar gibi bir şey. Allah mesela bizim dilimizde, parmaklarımızda, her yerdedir Allah. Her yere hakimdir. Hepsini hareket ettiren O’dur zaten. Her yerde olduğu için yani güç tamamen O’nun kontrolünde olduğu için her şeyi O yapar. Dolayısıyla biz aciz, Allah’ın gölge varlıkları olarak yarattıkları, kendini var zanneden varlıklarız. Gölge varlıklarız inşaAllah. Bir tecelliyiz biz. Yani Allah’ın ruhundan üfürdüğü halifesi olan varlıklarız inşaAllah.
Ayette açıkça söylüyor bak ”attığın vakit sen atmadın, Ben attım“ (Enfal Suresi, 17) diyor. Bu nedir? Adam taşı yerden atıyor, “ben attım” diyor, Allah “sen atmadın” diyor. Muhkem ayet açık, “Ben attım” diyor. “Sana atıyormuşsun gibi gösterildi”, diyor, yani “sen atıyormuşsun gibi gösterdim” diyor Allah. “Ama atan Benim”. Yani “o kolu yaratan Benim, taşı yerden alan Benim, atma fiilini yapan Benim”, değil mi? “O hislerin tamamını meydana getiren Benim. Dolayısıyla senin orada yaptığın bir şey yok. Sen kendin yaptığını zannediyorsun.” Bu ayetin anlamı bu inşaAllah. (Adnan Oktar’ın Ekin TV röportajı, 4 Ocak 2010)

Allah Herşeye Güç Yetirendir

Allah, herşeyin Yaratıcısı olarak, tüm varlıkların üzerinde tek tasarruf sahibidir. Bulutları Allah sürükler, rüzgarları Allah estirir, Güneş’e Allah ısı ve ışık verir, kuşları havada Allah tutar, tohumu Allah yarar, insanın kalbini Allah attırır, bitkilere Allah fotosentez yaptırır, gezegenleri yörüngesinde Allah gezdirir. İnsanlar bu gibi olayların “fizik kanunlarıyla”, “yerçekimiyle”, “aerodinamikle” ve benzeri maddi etkenlerle oluştuğunu sanırlar, oysa bazı insanların unuttuğu önemli bir gerçek vardır: Tüm fizik kanunlarının Yaratıcısı Allah’tır. Kainatta tek kudret sahibi olan, Allah’tır.
Biz uyurken, otururken, yürürken, aklımızın ucundan bile geçirmezken Allah evrende var olan tüm sistemlerin hepsini an be an yaratır. Varlığımızın devamı için meydana gelen işlemlerin her biri Allah’ın kontrolündedir. Küçük bir adım atabilmemiz bile, yerin çekim kuvvetinden iskelet sistemimize, sinir ve kas sistemimizden beynimize ve kalbimize, hatta dünyanın dönüş hızına kadar herşey Allah’ın ince ince yaratmasına bağlıdır.
Dünyanın ve tüm evrenin varlığını sürdürebilmesini tesadüflere bağlamak ise çok büyük bir yanılgı olur. Aslında dünyadaki ve evrendeki düzen, tesadüfe kesinlikle yer olmadığının ve Yüce Allah’ın sonsuz gücünün açık bir delilidir. Örneğin Dünya, Güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki, her 29 km’de bir doğru çizgiden yalnızca 2.8 milimetrelik bir sapma gösterir. Eğer bu sapma 0.3 milimetre az veya 0.3 milimetre daha fazla olsa, yeryüzündeki canlılar donarak veya kavrularak ölürlerdi. Küçük bir bilyenin bile milim şaşmadan aynı yörüngede dönebilmesi neredeyse imkansızken, dev kütlesiyle dünya böyle bir dönüşü gerçekleştirir. Kuran’da, ”… Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır” (Talak Suresi, 3) ayetinde bildirildiği gibi, çevremizde gördüğümüz muhteşem düzen, Allah’ın milyarlarla ifade edilen büyüklükteki sistemleri milimlere bağlı dengelerle koruması sayesinde ortaya çıkar.
İnsanların bir kısmı, Allah’ın “herşeyi yaratıp bıraktığı” sonra bu düzenin kendi kendine devam ettiği şeklinde sapkın bir inanca sahiptirler. Oysa evrenin her noktasında her an meydana gelen tüm olaylar Allah’ın izniyle, O’nun bilgisinde ve kontrolü altında gerçekleşir. Kuran’da bildirildiği gibi:
Allah’ın, gökte ve yerde olanların hepsini bilmekte olduğunu bilmiyor musun? Gerçekten bunlar bir kitaptadır. Hiç şüphesiz bunlar(ı bilmek), Allah için pek kolaydır. (Hac Suresi, 70)
Canlıların vücutlarında gerçekleşen ve her biri son derece kompleks olan olaylar da, Allah’ın kudretini kavramak için iyi birer örnektir. Örneğin sahip olduğunuz böbrekler her saniye kanınızı taramakta, kanın içinde vücudunuza zararlı olan molekülleri diğerlerinden seçip ayrıştırmakta, zararlıları vücuttan atılmak üzere ayırmaktadırlar. Bunu yapanlar, böbrek hücreleridir. Bir böbrek hücresinin yaptığı bu tarama ve ayrıştırma işlemini yapabilmek için, dev diyaliz makineleri kullanılmaktadır. Bunlar ise, tıp ve biyoloji konusunda uzman olan insanlar tarafından planlanmaktadır. Ama böbrek hücresinin ne gözü, ne bir başka duyusu, ne karar verme merkezi, ne de düşünme yeteneği vardır. Kısacası bir böbrek hücresi hiçbir şuura sahip değilken, büyük şuur gerektiren işler yapmaktadır.
Canlıları incelediğimizde bunun gibi milyonlarca örneğe rastlamak mümkündür. Bilinçsiz maddelerden oluşan moleküller, son derece bilinçli işler yaparlar. İşte burada açıkça görünür hale gelen şuur, Allah’ın sonsuz akıl ve bilgisinin birer tecellisidir. Böbrek hücrelerini de, onlara fayda veren molekülleri de kontrolü altında tutan, yapacakları işleri onlara yaptıran Allah’tır. Allah, yaratmış olduğu varlıklara daimi olarak “emirler” indirdiğini bir ayetinde şöyle haber vermektedir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
Kainattaki herşeyi yaratan Allah’ın, elbette ki ölüleri de diriltmeye güç yetireceği apaçıktır. Bu gerçek bir ayette şu şekilde haber verilmektedir:
Onlar görmüyorlar mı ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan (Allah), ölüleri de diriltmeye güç yetirir. Hayır; gerçekten O, herşeye güç yetirendir. (Ahkaf Suresi, 33)

Her Varlık Allah’a Boyun Eğmiştir

Kainatta bulunan canlı ve cansız her varlık, Allah’ın iradesinin altındadır. Ancak O dilediği takdirde hareket edebilirler ve ne dilerse ancak onu yapabilirler. Örneğin, kendi ihtiyacının çok üstünde bal üreten arılar, balın insana faydalı olacağını bilemezler; balın faydalı ve güzel olmasını gerektiren kimyevi bileşimi de bilemezler. Ayrıca ihtiyaçlarından çok fazla balı neden ürettiklerinin farkında olmadıkları gibi, dizayn ve hesap harikası olan muntazam altıgenlerden oluşan petekleri yapabilecek akıl ve ilme de sahip olamazlar. Arılara tüm bunları yaptıran, bütün varlıkların Kendisi’ne boyun eğdiği Allah’tır. Arıların bunları Allah’ın vahyi ile yaptıkları Kuran’da bize şöyle bildirilir:
Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Arıların vahiyle hareket etmesi istisnai bir durum değildir. Arılar gibi, insanlar dahil tüm varlıkların da aynı şekilde Allah’ın ilhamı ile hareket ettiklerini anlamamız için Allah bu örneği vermektedir ve üzerinde düşünenler için bunun bir delil olduğunu vurgulamaktadır. Tüm varlıklar Allah’ın ilhamı ile hareket ettikleri için, O’na gönülden boyun eğmişlerdir. Bu gerçek bir ayette şöyle bildirilir:
Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur; hepsi O’na ‘gönülden boyun eğmiş’ bulunuyorlar. (Rum Suresi, 26)
Bazı insanlar, şeytanın Allah’tan bağımsız müstakil bir güç olduğunu zannederler. (Allah’ı tenzih ederiz.) Bazı batıl dinlerde de şeytana Allah’tan ayrı bir güç atfedilir. Oysa tüm bunlar büyük birer sapkınlıktır. Gerek şeytan, gerekse onun yolundan giden inkarcılar, Allah’ın iradesine boyun eğmişlerdir. Allah insanları imtihan etmek için şeytanı yaratmış, ona insanları inkara davet etme gücü ve yetkisi vermiştir. Kuran’da Allah’ın şeytana hitabı şöyle anlatılmaktadır:
(Allah) Dedi ki: “Öyleyse ordan (cennetten) çık, artık sen kovulmuş bulunmaktasın.”
“Ve şüphesiz, din (kıyametteki hesap) gününe kadar Benim lanetim senin üzerinedir.”
Dedi ki: “Rabbim, öyleyse onların dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.”
Dedi ki: “O halde, süre tanınanlardansın.”
“Bilinen vaktin gününe kadar.”
Dedi ki: “Senin izzetin adına andolsun, Ben, onların tümünü mutlaka azdırıp-kışkırtacağım. Ancak onlardan, muhlis olan kulların hariç.” (Allah) “İşte bu haktır ve ben hakkı söylerim” dedi.
“Andolsun, senden ve içlerinde sana tabi olacak olanlardan tümüyle cehennemi dolduracağım.” (Sad Suresi, 77-85)
İnsanın her hareketinin ve her halinin Allah’a bağlı olması gibi, şeytan da tamamen Allah’ın kontrolündedir ve O’nun iradesine boyun eğmiş durumdadır. Kendi başına karar alabilen ve uygulayabilen, müstakil bir iradeye sahip olan bir varlık değildir. Dünyadaki imtihan ortamı içinde, doğrularla yalancıları birbirinden ayırmak için Allah şeytanı bir vesile olarak yaratmıştır.

Allah Herşeyi Bilir Ve Görür

İnsanlar Allah’ı, O’nun dilemesi dışında göremezler. Göremedikleri için de, insanların bir kısmı çoğu zaman gaflete düşer ve Allah’ın kendilerini görmediği zannına kapılırlar. Oysaki Allah kainattaki her olayı en ince ayrıntısına kadar görür ve bilir. Bu gerçek bir ayette şöyle haber verilmektedir:
Gözler O’nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, Latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 103)
İnsan her nerede olursa olsun Allah mutlaka onunla birliktedir. Şu anda da Allah, sizin bu satırları okuduğunuzu görüyor ve neler düşündüğünüzü biliyor. Her nereye giderseniz gidin, her ne yaparsanız yapın bu gerçek değişmeyecektir. Allah, insanları her yerde gördüğünü Kuran’da şöyle haber verir:
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’an’dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahitler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61) Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 4)
Bu gerçeğin bilincinde olan mümin, her zaman için kendisini Allah’a teslim etmeli, O’nun himayesine sığınmalı, O’ndan korkmalı ve başka hiçbir şeyden korkmamalıdır. Allah’ın, Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)’a verdiği emir, tüm müminler için yol göstericidir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
Dedi ki: “Korkmayın, çünkü Ben sizinle birlikteyim; işitiyorum ve görüyorum. (Taha Suresi, 46)

Allah’a Gönülden Teslim Olan Müthiş Bir Güven İçindedir
ADNAN OKTAR: Şeytandan Allah’a sığınırım. “Görmüyor musun ki size ayetlerinden bazısını göstermesi için gemiler Allah’ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir.” “Ben götürüyorum” diyor Allah gemileri. “Hiç şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden için gerçekten ayetler vardır.” (Lokman Suresi, 31) Bakın hep sabretmek. Sabırla biz güzel ahlaka kavuşuyoruz. Cennet ahlakı, cennet kişiliği sabırla oluşuyor. “Çok şükreden” bir de sürekli Allah’a hamd etmek verdiği nimetlere. Geçen gün de bu sayfayı açmıştık, aynı sayfa çıkmış maşaAllah. “Kim ihsanda bulunan biri olarak yüzünü kendini Allah’a teslim ederse artık gerçekten o kopmayan bir kulba yapışmıştır.” (Lokman Suresi, 21) Uhretul vuska. Habdullahul metin. Allah’ın kopmaz koparılmaz ipi. Kuran’a sıkı sıkıya sarıldığında, İslam’a sıkı sıkıya sarıldığında insan müthiş bir güvendedir. Müthiş bir rahatlıktadır; ruhen de bedenen de. Ama bunu en mükemmel şekilde yapmak lazım… Bakın diyor ki Cenab-ı Allah, “bir kulba yapışmıştır”. Dokunmuştur demiyor Allah, “yapışmak” sıkı sıkıya sarılmak.Kuran’a çok sıkı sarılmak lazım… Diyor ki mesela vesveselerim var, sıkıntılarım var, şu var. Demek ki sadece dokunuyorsun, sarıldığında bunlar olmaz. Yani sıkı sıkıya sarılıyorsa, bunlar olmaz. “Biz onları az bir şey ve zaman olarak yararlandırırız. Sonra onları ağır bir azaba katlandırırız.” Yani insanlar böyle gezip tozmak, yemek içmekle Allah’ın onları bıraktığını zannediyorlar. Hâlbuki Allah onları bırakmıyor, Allah onları imtihan ediyor. Kendinden uzaksa, Kuran’dan uzaksa, o geçici bir nimet gibi görünüyor ama onu aleyhine olmuş oluyor. Onu daha cehenneme yaklaştıran, daha azap çekmesine sebep olan bir vesile olmuş oluyor. (Adnan Oktar’ın KocaeliTV röportajından, 30 Ekim 2009)

Allah Hakkındaki Batıl İnançlar

Allah’ın hak din kitabı olarak indirdiği Tevrat ve İncil, zaman içinde insan eliyle değiştirildikleri için şu anda hak olma özelliklerini yitirmişlerdir. Nitekim Kuran’ın gönderilme sebeplerinden biri de budur. Allah, Kuran’dan önceki İlahi kitapların insan eliyle değiştirildiğini şöyle anlatmaktadır:
Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için “Bu Allah Katındandır” diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına. (Bakara Suresi, 79) Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini kitaba doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) kitaptan sanasınız diye. Oysa o kitaptan değildir. “Bu Allah Katındandır” derler. Oysa o, Allah Katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı (böyle) yalan söylerler. (Al-i İmran Suresi, 78)
Tevrat ve İncil’deki tahrifler, bu kitaplardaki tariflere göre Allah’ı tanıyanların yanlış inançlara sahip olmalarına yol açmıştır. Değiştirilmiş Tevrat ve İncil’de, hak din kitabını değiştirmeye cüret edebilecek derecede Allah’a ve dinine duyarsızlığı ve belki de kastı olan insanların, Allah’ı (Allah’ı tenzih ederiz) adeta bir insana benzeterek eksiklikleri olan bir varlık şeklinde tanıttıklarını görürüz. Oysa elbette ki Allah her türlü eksik sıfattan münezzehtir. Allah bu konuyu Kuran’da şöyle açıklamıştır:
Andolsun, Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık; Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı. (Kaf Suresi, 38) Onlar görmüyorlar mı ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan (Allah), ölüleri de diriltmeye güç yetirir. Hayır; gerçekten O, herşeye güç yetirendir. (Ahkaf Suresi, 33)
Yukarıdaki ayetler Kuran’dan önceki İlahi kitapların değiştirilmiş olduğunu açıkça göstermektedir. Dolayısıyla bu kitaplara göre inançlara sahip olanların bir kısmının bu konularda yanlış yollara sürüklendiğini ve Allah’ı gerçek vasıflarıyla tanıyamadıklarını ortaya koymaktadır.
Kuran ise, Allah’ın koruduğu ve hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği bildirilmiş, orijinal metni günümüzde mevcut bulunan Kutsal Kitaptır. Kuran, Allah Katında tek geçerli din olan İslam dininin kitabıdır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9) Kim İslam’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır. (Al-i İmran Suresi, 85)
Kuran’da, Hıristiyan ve Musevilerin Allah hakkındaki batıl inançları da bildirilir ve bu inançların doğrusu anlatılır. Örneğin bazı Hıristiyanların inancının temeli olan “Allah’ın Hz. İsa (as)’ı oğul edinmesi” sapkınlığı (Allah’ı tenzih ederiz.), tam bir batıl inanç ve Allah’a karşı iftiradan ibarettir. Bu gerçeği haber veren ayetlerde şöyle buyrulur:
Dediler ki: “Allah oğul edindi.” O, (bu yakıştırmadan) Yücedir. Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur, tümü O’na gönülden boyun eğmişlerdir. Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “Ol” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 116-117)
Aynı konuda gerçekleri bildiren diğer bazı ayetler ise şöyledir:
Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah’a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın elçisi ve kelimesidir. Onu (‘Ol’ kelimesini) Meryem’e yöneltmiştir ve O’ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve elçisine inanınız; “üçtür” demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek İlahtır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 171) Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O’nun nasıl bir çocuğu olabilir? O’nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, herşeyi yaratmıştır. O, herşeyi bilendir. (Enam Suresi, 101)
Yine bazı Hıristiyanların inancında Allah, ilk anda yarattıktan sonra herşeyi kendi haline bırakmış gibi tarif edilmektedir. Bu doğru değildir ve sapkın bir inanıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Allah, her an yaratma halindedir ve kainat sürekli olarak O’nun kudreti altındadır. O’nun dilemesi ve kontrolü dışında yeryüzünde hiçbir olayın gerçekleşmesinin mümkün olmadığı ayetlerde şöyle haber verilir:
Ya da halkı sürekli yaratmakta olan, sonra onu iade edecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? De ki: “Eğer doğru söylüyor iseniz, kesin-kanıt (burhan)ınızı getiriniz” (Neml Suresi, 64) Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)
Allah, tüm bu ve daha burada bahsini geçirmediğimiz iftiralara karşı, Kuran’da üstün vasıflarını tarif etmiştir. Bu da, söz konusu yanlış inançlara sahip olanlara hem bir cevap olmuş, hem de onları Allah’ı doğru tanımaya yönlendirmiştir.
Herkes bilmelidir ki, Allah tektir, O’ndan başka İlah yoktur, O’nun benzeri yoktur, tüm eksikliklerden münezzehtir, her yeri kaplamıştır, herşeyin tek sahibidir, her an yaratma halindedir, insanlara çok yakındır, herşeye gücü yetendir, sonsuz merhamet sahibidir, sonsuz adalet sahibidir, din gününün (mahşer, hesap günü) sahibidir, herşeyi görür, işitir, bütün güzel isimlerin ve vasıfların sahibidir.

Allah’a Şirk Koşmadan İman

Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? (Furkan Suresi, 43)
Şirk, Arapçada “ortak koşmak” anlamına gelir ve Kuran’daki manası da Allah ile birlikte başka bir ilah edinmektir. Bu, çok geniş anlamdaki tarif, tabii ki sadece totemleri ve cansız varlıkları put edinenler için değildir. İnsan, kendisini yaratan Allah’a kul olmak ve sadece O’nun rızasını gözetmekle sorumlu olduğu için, hayatını bir başka amaca göre yaşaması da şirk olur. Örneğin, yapılan işlerin karşılığında Allah’ın değil de insanların rızasını gözetmek bir şirktir. Aynı şekilde bir insanın hayattaki amacının Allah’ın rızasını kazanmak değil de, kendi istek ve tutkularını tatmin etmek olması da şirktir. Pek çok insan bu şekilde paralarını, makam ve mevkilerini, yükselme hırslarını, mal ve mülklerini Allah’a şirk koşar. Kuran’da, Allah’a şirk koşan ve Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanların bir kısmını putlarına ayıran müşriklerden şöyle söz edilmektedir:
O’nun üretip-türettiği ekin ve hayvanlardan Allah için bir pay ayırdılar, sonra kendi zanlarınca: “Bu Allah’ındır, bu da ortaklarımızındır” dediler. Kendi ortakları için olan (pay), Allah tarafına geçmez, ama Allah’a ait olan kendi ortaklarının tarafına (payına) geçer. Ne kötü hüküm veriyorlar? (Enam Suresi, 136)
Görüldüğü gibi, müşrikler ellerindeki varlıkların bir kısmını Allah’a bir kısmını ise putlarına adamakta, ancak sonra Allah’a adadıklarından da tekrar kendi putlarına pay almaktadırlar. Bu, müşriklerin samimiyetsiz karakterlerinin bir örneğidir.
İnsanların başka bir varlığı Allah’tan daha çok sevmeleri veya Allah’ı sever gibi sevmeleri de, Allah’a ortak koşmaktır. Aynı şekilde herhangi bir varlıktan veya güçten, Allah’tan korkar gibi korkan kişi, o varlığı veya gücü Allah’a ortak koşuyor, onun Allah’tan bağımsız bir güce sahip olduğunu zannediyor demektir.
İnananların iman ettikleri gerçek ise, herşeyi Allah’ın yarattığı, bütün işleri O’nun düzenlediği, sebeplerin hiçbir gücü olmadığı, her olayı Allah’ın bir kadere göre yarattığı, iradenin ve takdirin Rabbimiz’e ait olduğudur. Allah’ın, Kuran’da bize öğrettiği gerçek iman budur. Bu gerçeğin dışında bir çizgide inançlara sahip olmak, herşeyin kendiliğinden, tesadüfler sonucu olduğuna inanmak, sebeplerin yapma, yaratma gücü olduğunu sanmak da Allah’a şirk koşmaktır. Allah, şirk koşanları bağışlamayacağını bir ayette şöyle bildirmektedir:
Hiç şüphesiz, Allah, Kendisi’ne şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır. (Nisa Suresi, 116)

Dünyanın Pek Çok Yerine
Hakim Olan Gizli Şirk
ADNAN OKTAR: Şirki anlamak için maddeyi de iyi anlamak gerekiyor. Mesela ben sizinle şimdi görüşüyorum. Beynimde Allah sizi yaratıyor. Dışarıda sizin cisminiz var mı? Var, ama dışarıda sizin cisminizi görsem saydam, dolayısıyla göremem. Bir de karanlık dışarısı zaten hiç göremem. Bir de renk de yok. Renk, ışık ve cismin üç boyutlu yani saydam olmayan görüntüsü beyinde oluşuyor, Allah yaratıyor. Bütün güç, kudret Allah’ın elinde. Dolayısıyla mesela ben şimdi konuşurken desem ki; “güzel konuştum.” Değil, Allah güzel konuşturdu. Mesela siz soru sordunuz. Güzel soru sordunuz, değil. Allah güzel soru sordurdu. Yani buna iman edip aklımızda sürekli bileceğiz. Yani sokakta da, dışarıda da benlik duygusu olmaması lazım. Yani “ben yaptım, ben ettim” en büyük şirk bu, şu an dünyada hakim olan budur. Ama klasik şirk de var tabii, direk puta tapıyorlar. Mesela insanı putlaştırıyorlar, insana tapıyorlar. Mesela Hz. İsa (as)’ı, Allah diye ona tapıyorlar. Mesela bu bir şirktir. Hz. İsa (as)’ın Allah olmadığı belli. Birçok insanı da azaba sürüklemiş oluyorlar. Mesela Amerika’da, İngiltere’de, Avrupa’da büyük bir kitle dinsiz oldu o yüzden, yani Hz. İsa (as)’a Allah dedikleri için. “Peygamber” demiş olsalardı çok fazla insan iman edebilirdi. Çok çok daha fazla Hıristiyan olurdu. Yani çok çok mantıksız gördükleri için iman edemiyorlar, etmiyorlar. Ama şirkin tabii puta tapma şeklinde olanı da var. (Adnan Oktar’ın Kanal 35 röportajından, 13 Aralık 2009)
ADNAN OKTAR: Müşrik, Allah’a her şeyi şirk koşan kişidir. Mesela, bir şey olduğunda onu Allah yapmadı falanca yaptı diyorsa bir insan bu şirktir. Bir olay olduğunda onu Allah’tan bilmiyorsa eşyaya bağlıyorsa bu da şirktir. Bazı insanlar parayı putlaştırır, bazı insanlar kadını putlaştırırlar. Bütün hayatını o kadın için veriyor, ağlıyor, intihar etmeye kalkıyor, rezalet çıkartıyor, yerlere yatıyor. Halbuki o kadının mezardaki halini görse, aklının ucundan dahi geçmez öyle bir şey. Ama tek yanlı şartlanınca böyle çılgınlık ve delilik tarzında dengesiz tavırlar gösterebiliyor insanlar. Şirk, Allah’ın dışında her şeye tabi olmasıdır insanın. Mesela bazı insanlar cinlere tabi olur, bazı insan şeytana tabi olur, bazı insan insana tabi olur. (Adnan Oktar’ın Tempo TV röportajı, 10 Mart 2009)

Allah’ın Büyüklüğünü Takdir Edebilmek

Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, Azizdir.(Hac Suresi, 74)
Allah sonsuz kudretini ve ilmini mevcut olan her varlıkta gösterir. İnsan vücudunun her detayındaki mükemmellikte, çiçeklerin görünümlerindeki, renk ve kokularındaki güzellikte, gökyüzünün ve kainatın ihtişamında, gezegenlerin yörünge düzeninde, denizlerin derinliklerindeki balıklarda ve aklınıza gelecek herşeyde açıkça görülen tasarım, düzen ve mükemmellik, Allah’ın varlığının ve sonsuz gücünün çok açık delillerindendir. İnanmayanların bir kısmı, Allah’ın varlığını ve kudretinin sonsuzluğunu fark etmelerine rağmen, kibirlerinden dolayı inkar ederler. Allah’ın büyüklüğünü tanımaya yanaşmazlar. Akıl sahibi olmadıkları için Allah’ın varlığının ve büyüklüğünün, tüm varlıklarda görülen açık delillerini göremezler. Bir ayette, insanların içinde bulundukları bu gaflet şöyle bildirilmektedir:
Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. (Yusuf Suresi, 105)
Bu delilleri ancak, çevrelerindeki varlıkların amacı ve işaret ettikleri üzerinde düşünen, muhakeme yeteneği açık, aklını ve vicdanını kullanabilen insanlar görebilmektedirler. Bunlar da iman edenlerdir. Müminlerin en önemli özelliklerinden biri, derin düşünebilmeleridir. Samimi bir yaklaşımla, hür bir akılla ve yüzeysel olmayan bir şekilde düşünebilme özelliğine sahip olan müminler, bu sayede, Allah’ın yaratışındaki sanatını ve gücünü görerek, O’nun büyüklüğünü ve kudretini takdir ederler. Bir ayette, aklını kullanan insanların Allah’ın ayetlerini her yerde görebilecekleri şöyle açıklanmaktadır:
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
Bunu kavrayan insan, baktığı herşeyde Allah’ın varlığının delillerini görür, O’nun kudretinin izlerini seyreder. İnsanların çoğu bu gerçekleri hiç düşünmeden, tamamen boş bir akılla yaşarken, mümin sürekli olarak Allah’ı tefekkür eder. Bir ayette örnek Müslüman tavrı şöyle anlatılmaktadır:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru. (Al-i İmran Suresi, 191)

Allah’ın Sonsuz Büyüklüğü Ve Kudreti

Allah, insanların Kendi büyüklüğünü kavrayabilmeleri için evrendeki düzeni sayısız detaylarla birlikte yaratmıştır. Kuran’da Allah’ın var ettiği bu düzenden bahsedilirken, ”… sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz öğrenmeniz için” (Talak Suresi, 12) denilmektedir. Bu düzen öylesine detaylar içerir ki insan düşünmeye nereden başlayacağını şaşırır. Zira Allah’ın aklı, ilmi ve kudreti sonsuzdur.
Allah öyle büyük bir ilme sahiptir ki insana göre “sonsuz” olan, Allah’ın Katında bitmiş durumdadır. Zamanın ilk yaratıldığı andan sonsuzluk anına kadar geçecek olan her olay, her düşünce, vakitleri ve şekilleri ile Allah’ın ilmiyle belirlenmiş ve bitmiştir. (Bkz. Zamansızlık ve Kader Gerçeği, Harun Yahya) Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilir:
Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık. Bizim emrimiz, bir göz kırpma gibi yalnızca ‘bir keredir.’ Andolsun Biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır. (Kamer Suresi, 49-53)
İnsan Allah’ın ilminin büyüklüğünü gücünün yettiğinin en fazlasıyla kavrayabilmek için ciddi olarak çaba harcamalı ve düşünmelidir.
İnsanlık tarihinin başından bugüne kadar çok sayıda insan yaşamıştır. Yani Allah milyarlarca çift göz, milyarlarca değişik parmak izi, milyarlarca farklı göz dokusu, milyarlarca değişik insan tipi yaratmıştır ve eğer dilerse bu kişilerden sonsuz sayıda daha yaratabilir. Çünkü ayette haber verildiği gibi; “… O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.” (Fatır Suresi, 1)
Allah, insanın hiç bilmediği ve sahip olduğu sınırlı akılla anlamakta güçlük çekeceği daha birçok şey yaratmaya kadirdir. Dünyada biz kullarına verdiği herşeyin hazineleri Allah’ın Katındadır. Bize sadece dilediği kadarını, dilediği miktar ile indirmiştir. Bir ayette şöyle buyrulur:
Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim Katımızda olmasın; ancak onu belirlenmiş bir miktar olarak indiririz. (Hicr Suresi, 21)
Allah’ın üstün yaratmasındaki bu gerçek, bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm kavramlar için geçerlidir. Nitekim ”… ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır?” (Nahl Suresi, 8) ayetiyle de Allah’ın bilmediğimiz nice şeyler yarattığı haber verilmiştir.
Allah bizim görmediğimiz birçok alemi ve varlığı da yaratmıştır. Diğer alemlerin varlığını daha iyi anlayabilmek için şöyle düşünebiliriz: Nasıl ki bir resme baktığımızda yalnızca en ve boy olmak üzere iki boyut görüyorsak, içinde yaşadığımız dünyaya baktığımızda da en, boy ve derinlik olmak üzere üç (zamanı da katarsak dört) boyut kavrayabiliriz. Bundan fazlasını ise algılayamayız. Oysa Allah Katında bildiklerimizden başka boyutlar da yaratılmıştır. Örneğin melekler farklı boyutlardan birinde yaşayan varlıklardır.
Kuran’da bildirildiği gibi, melekler bulundukları boyut ve mekandan bizleri görebilmekte ve duyabilmektedirler. Hatta iki yanımızdaki yazıcı melekler her anımıza şahittirler. Her konuştuğumuzu, her yaptığımızı yazmaktadırlar. Ancak biz onları göremeyiz. Allah’ın Kuran’da varlıklarını bildirdiği cinler de yine ayrı bir boyuta ait varlıklardır. Onlar da aynı insanlar gibi yaşamları boyunca denenmektedirler ve sorumlu oldukları kitap Kuran’dır. Ancak sahip oldukları özellikler insanlardan çok farklıdır. İnsanların bağlı oldukları sebep sonuç ilişkilerinden çok daha farklı sebeplere bağımlı olarak yaratılmışlardır.
Bunlar Allah’ın yaratmadaki benzersizliğinin kavranabilmesi için üzerinde düşünülmesi gereken gerçeklerdir. Allah sonsuz sayıda evren, sonsuz sayıda varlık, sonsuz sayıda mekan yaratmaya güç yetirendir. Dahası her birini birbirinden çok daha farklı özelliklerle yaratabilir. Nitekim Allah ahirette cenneti ve cehhennemi yaratacaktır. Cennet ve cehennem bizim dünyada alışık olduğumuzdan çok daha farklı bir yaratılışta olacaktır. Örneğin dünyada daima bozulma, yaşlanma, çürüme, eskime ve tükenme vardır. Oysa cennette sonsuza kadar sürecek zaman içerisinde hiçbir şey bozulmayacaktır; Allah’ın Kuran’da bildirdiği “tadı değişmeyen sütten ırmaklar” cennetin bu özelliğini haber veren örneklerden biridir. Cennette insan bedeni de yıpranmayacak; yaşlanma asla olmayacaktır. Allah Kuran’da cennette herkesin yaşıt olduğunu bildirmektedir ve cennet insanları sonsuza kadar en güzel halleriyle, hiç yaşlanmadan, birbirleriyle yaşıt olarak yaşayacaklardır. Allah yine Kuran’da tükenmeyen kaynaklardan içecekler olduğunu bildirmektedir. Cehennemdeki yaratılış da bambaşkadır. Allah cehennemde, benzeri görülmemiş azap çeşitlerini yaratacaktır. Hiçbir insan yaşamadan, oradaki azabın nasıl olacağını tahmin edemez.
Allah dünyadaki herşeyde bir sınır yaratmıştır. Her işin bir sonu vardır. Bu nedenle “sonsuz” kavramını ve Allah’ın sonsuz kudretini anlayabilmek için üzerinde düşünmek ve bilinen bazı ölçülerle kıyas yapmak gerekir. Bizim sahip olduğumuz bilgi sadece Allah’ın izin verdiği kadarıdır. Allah Katındaki bilgi ise sonsuzdur. Örneğin Allah dünyada insan için yedi ana renk var etmiştir. Biz sekizinci bir rengi zihnimizde canlandıramayız. (Bu, doğuştan kör olan birine kırmızıyı tarif etmeye benzer. Ne dersek diyelim yine de kırmızı rengi tam olarak ifade edemeyiz.) Oysa Allah çok daha fazla sayıda ana renk yaratabilir, ama biz Allah’ın bize gösterdikleri dışındakileri kavrayamayız.
Tüm bunlar, Allah’ın bize dünyada öğrettiği bilgiler doğrultusunda geliştirilen fikirlerdir. Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir nokta vardır; Allah’ın gücü ve büyüklüğü sınırsız olduğu için anlatılanların hepsinin Allah’ın dilemesiyle istediği anda gerçekleşmesi mümkündür. Allah, ilminin sonsuzluğunu Kuran’da şöyle bir örnekle açıklar:
Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah’ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Lokman Suresi, 27)
Görüldüğü gibi biz ne kadar uğraşırsak uğraşalım Allah’ın ilmini kavramaya güç yetiremeyiz, çünkü Allah’ın ilmi sonsuzdur. Biz ancak Allah’ın bize izin verdiği kadarını kavramaya güç yetirebiliriz:
Allah… O’ndan başka İlah yoktur. Diridir, kâimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Cennetteki Mükemmel Yaratılış, Allah’ın Üstün Sanatının
Bir Tecellisidir
ADNAN OKTAR: … Müminler bir nurdan elbise ile kaplılar biz onu ahirette göreceğiz yani üstleri kapalı fakat önemli özelliklerden bir tanesi ön kısımlarında bir ışık var yani ön taraflarını aydınlatan bir de sağ taraflarını aydınlatan bir ışık var. Bu onların müminlik alameti, Müslümanlık alameti olacak. Bir de onların yanında bir mihmandarları var, onların sürücüleri, onları götüren onlara yardımcı olan birisi var, o da onların bir konforu güzelliğidir, yani ne yapacaklarını, nasıl hareket edeceklerini onlara sürekli bildiriyor, yani araziyi tanıtıyor, yeri tanıtıyor. Ama her insan her Müslüman mutlaka cehennemin kenarına getirtilecektir. Herkes, mümin olsun olmasın herkes getirilecektir. Ama Allah müminleri gösterdikten sonra; cehennemi bir yakından görüyorlar çünkü Kuran’da tarif edilen bir yer olduğu için görmemeleri olmaz, Allah onun için, anlamanız için söylüyorum emek vermiş değil mi? 
Bir özen gösterilmiş orada. Ama bakın Allah’ın emeğe ve özene ihtiyacı yoktur, insanların anlaması için söylüyorum ve Kuran’da bu kadar detaylı belirtilen bir yerin mutlaka görülmesi gerekiyor o yüzden göreceklerdir. Ama oradan hepsi müminlerin cennete alınıyorlar ve cennetin kapıları kapanıyor. Ama kapı denilince insanların hep aklına metal kapılar gelir, öyle değil, belki ışıktan kapılar, belki hiç bilmediğimiz bir maddeden bir kapı. Veyahut doğrudan geçecekler, ama sadece onların geçebileceği mesela onlar duvardan belki geçecek doğrudan geçecekler ama o bir kapı olmuş olacak. Ama küfrün geçemeyeceği gibi bir kapı olmuş oluyor orası. Sadece müminlerin geçebileceği gibi yani çok şaşırtıcı bir netice ile karşılaşabiliriz, onun için böyle geniş söylüyorum. 
Ne olduğu belli değil orada göreceğiz. Ama müminlerin çok hoşuna giden yani tahayyül ettikleri en zevk aldıkları şeylerin olduğu yerdir cennet. Ama mesela cennette altından köşkler var diyorsun, insanların en aklına gelen en kaliteli Amerika’da yapılan köşkleri düşünüyorlar ya da Fransa’da, herhalde öyledir diyorlar, öyle değil. Ahşap malzeme, tuğla falan yokcennette yani mükemmel malzeme vardır ama insanların bildiği gibi bir malzeme değildir.Mesela köşkler saydam, içi görünüyor cennet köşklerinin, yani içinden dışı dışından içi görünüyor. Ama insanların isteğine bağlı oluyor, isterse görünmez hale geliyor. 
Mesela çok fazla bedenli insan, binlerce bedeni oluyor. Hangi bedeni nerede arkadaşlarına sorup insanlar öğreniyor. Bir bedeni bir yerde, bir bedeni bir yerde, bir bedeni Peygamberlerle sohbet ediyor, bir bedeni yemek yiyor, bir bedeni eşi ile beraber, bir bedeni diğer bedeni ile eşinin diğer bedeni ile beraber oluyor mesela kadın da çok çoğalabiliyor, erkek de çoğalabiliyor. Mesela kadın istediği kadar güzel kadın görünümüne girebiliyor, erkek de istediği güzel erkek görünümüne girebiliyor. Yani eşlerin çoğalmasında bir sınır yok, istediği kadar. Aklından geçmesi yetiyor, derhal oluşuyor. 
Said Nursi diyor: “ışık en hızlı sürat bilinir ama ışık yüksek sürat değildir” diyor. “Hayal sürati vardır” diyor “Cennette” Mesela milyonlarca kilometre öteye sırf düşündüğün an anında orada oluyorsun. Mesela şimdi buradan Güneş’e gitmek veya Ay’a gitmek ışık hızı ile gitsen bile çok muazzam vakit alıyor. Ahirette böyle değil, anında istediğin yerde oluyorsun inşaAllah. Ama bu dünyada Allah bolca delil veriyor ki anlamazlıktan gelmeyelim diye. Mesela bakın şu an ışıkla Allah burayı aydınlatıyor, dışarıda ışık var mı? Yok. Nasıl aydınlatıyor? Beynimizin içinde, bilmiyoruz Allah’ın özel bir ilmiyle yani ışığın şu ana kadar açıklaması yapılmadı. Yani bir dalga olduğu biliniyor ama ışık asıl biz pırıl pırıl ışığı görüyoruz değil mi? Buna da ışık deniyor, bunun ne olduğu açıklanamadı şu ana kadar, sadece beynin yorumu deniyor o kadar. Mesela sesin dalga olduğu biliniyor ama sesin algılanış şekli hakkında bir bilgi yok, ne olduğu bilinmiyor. Yani bilimsel olarak bunun açıklaması olmuyor. Sesin teknik özelliği biliniyor sadece, sesin ne olduğunu şu ana kadar kimse açıklayamadı. Mesela tat da öyle, tadın ne olduğu teknik olarak açıklanıyor ama tadın ne olduğu bilinmiyor. Yani hiçbir bilimsel açıklama yok, bununla ilgili. Çünkü insanın beyninin dışına çıkması gerekiyor bunun için. Yine kurtulmaz yani ruh içinde ruh olması gerekiyor. Hiçbir şekilde olmaz… Bu Allah’ın sırrıdır. Ama Allah’ın kanunlarını öğrenmeye imkanımız var tabii, yani Allah her türlü bilimi bize emrediyor, bilim Allah’ın kanunlarını öğrenmemizi sağlıyor. Yani Allah’ın kanunlarını öğrenme sanatıdır zaten bilim. (Adnan Oktar’ın Mavi Karadeniz TV röportajından, 1 Aralık 2009)

Allah Sevgisi Ve Allah Korkusu

Allah dedi ki: “İki ilah edinmeyin: O, ancak tek bir İlahtır. Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun. (Nahl Suresi, 51)
Allah korkusu, bir müminin en temel vasıflarından biridir. Çünkü insanın, Allah’a olan yakınlığının ve imanının artması, her an ihlaslı davranması, güzel ahlak gösterebilmesi ve bunda istikrarlı olması sadece Allah korkusuyla mümkün olur.
Bazı insanlar Allah korkusunun anlamını bilmedikleri için, bunu diğer bazı dünyevi korkularla karıştırırlar. Oysa arada çok büyük bir fark vardır.
Kuran’ın Arapça orijinal metninde Allah korkusu için ”haşyet” kelimesi kullanılır. Bu kelime, çok derin bir saygıyı ifade eder. Öte yandan Kuran’da dünyevi korkular için kullanılan kelime “havf”tır. Bu kelime, bir insanın yırtıcı bir hayvandan korkması gibi basit bir korkuyu ifade etmektedir.
Kuran’da kelimelerle ayrılan bu iki korkuyu, Allah’ın sıfatlarını düşündüğümüzde daha iyi anlayabiliriz. İnsanların sahip oldukları dünyevi korkular, genellikle zalim insanlardan kaynaklanan korkulardır. Örneğin insan bir caninin kendisini öldürmesinden korkar. Oysa Allah korkusu farklıdır. Allah sonsuz şefkat, merhamet ve adalet sahibidir. Dolayısıyla Allah korkusu, sonsuz şefkat, merhamet ve adalet sahibi olan Allah’a karşı içli bir saygı, O’nun rızasına aykırı gelmekten çekinme ve O’na isyan edip azabına müstahak olmaktan imtina etmektir.
Bu farkı, Allah korkusunun insanda sebep olduğu etkilerden ve neticelerinden de anlayabiliriz. Dünyevi korkuların neticesinde, örneğin hayati bir tehlikeyle karşılaşıp korkuya kapılan birisi, ilk olarak paniğe kapılır, ne yapması gerektiğiyle ilgili doğru karar veremeyecek duruma girer, akıl gösteremez, çözüm üretemez, ümitsizliğe kapılır ve çaresiz duruma düşer. Oysa Allah korkusu, insanın aklını ve vicdanını harekete geçirir. İnsan, Allah korkusu sayesinde, kötülüklerden ve yanlışlardan uzak durur, kendisini maddi veya manevi olarak yaralayacak tehlikelerden kurtulur. Allah korkusu, insana akıl ve basiret (olayların içyüzünü görme gücü) kazandırır.
Bir Kuran ayetinde, insanların Allah korkusu sayesinde akıl ve anlayış kazandıkları şöyle bildirilmektedir:
Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Dünyevi korkular, insana acı verir. Allah korkusu ise manen çok büyük bir kuvvet kazandırmakla birlikte, ona büyük bir zevk verir.
İnsan, Allah korkusu sayesinde, kendisine Allah’ın sevgisini kaybettirecek kötülüklerden sakınmış olur. Örneğin bir ayette, ”Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez” (Nisa Suresi, 36) şeklinde buyrulmaktadır. Allah korkusu olan insan, büyüklük taslayıp böbürlenmekten şiddetle kaçınır. Böylece Allah’ın sevgisini kazanacağını umduğu bir hareket yapmış olur. İşte bu nedenle, Allah korkusu ve Allah sevgisi birbirinden ayrılmaz.
Aslında Allah korkusu, insanın Allah’a yakınlaşmasının ve O’nun sevgisini kazanmasının önündeki engelleri kaldırmaktadır. Bu engellerin başında da insanın kendi nefsi gelir. Kuran’da Allah’ın bize bildirdiğine göre, insanın nefsinde hem kötülük hem de ondan sakınma duyguları vardır. Bunu haber veren ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
İşte insana nefsindeki bu kötülükle mücadele etmesi, ona teslim olmaması için manevi bir kuvvet gereklidir. Bu kuvvet, Allah korkusudur. Allah’tan korkan insan, nefsinin bencil tutkularına esir olmaz. Allah’a karşı olan derin saygısı sayesinde, O’nun rızasına aykırı düşüncelerden ve işlerden uzaklaşır. Bir ayette, ancak Allah korkusuna sahip olan insanların, kendilerine din konusunda yapılan uyarılardan istifade edebilecekleri şöyle bildirilmektedir:
Sen ancak, zikre (Kur’an’a) uyan ve gayb ile Rahman olana içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (Yasin Suresi, 11)
İnsanın çabası, Allah korkusunu artırmaya yönelik olmalıdır. Bunun için, Allah’ın yarattıkları üzerinde derin düşünerek, onların detaylarına kadar inen benzersiz sanatı ve kudreti görmeli ve Allah’ın büyüklüğünü her düşündüğünde daha da fazla kavrayarak, O’na karşı duyduğu saygı dolu korkuyu, gücü ne derece yetiyorsa, o kadar artırmalıdır. Nitekim Allah bizlere Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka ölmeyin. (Al-i İmran Suresi, 102)Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Teğabün Suresi, 16)
Allah korkusu arttıkça, müminin sevgi konusundaki duyarlılığı da artar. Allah’ın yarattığı varlıklardaki güzellikleri daha iyi fark eder. İnsanlara, doğaya, hayvanlara ve herşeydeki estetiğe Allah’ın güzel vasıflarının bir yansıması olarak bakma kabiliyeti kazanır. Bu, etrafındaki herşeyin kendisi için birer nimet olarak yaratıldığını daha iyi görmesini sağlar. Dolayısıyla hem bu nimetlere karşı, hem de bu nimetleri yaratan Allah’a karşı sevgisi aynı oranda artar.
Bu sırrı kavrayan insan, Allah sevgisini de kavramıştır. Herşeyden çok Allah’ı sever ve sevdiği diğer varlıkların da Allah’ın birer tecellisi olduğunu bilir. Onları da Allah rızasına uygun olarak sever; Allah’a itaatli olan müminleri sever, Allah’a karşı düşman olanlara ise kalben soğukluk duyar.
İnsanı mutlu eden, ona neşe ve huzur veren gerçek sevgi, bu anlattığımız Allah sevgisidir. Bunun dışında kalan ve Yüce Rabbimiz Allah’tan başka varlıklara yöneltilen sevgiler, Kuran’daki ifadeyle Allah’a şirk koşanların sevgisidir ki, insanlara her zaman için acı, hüzün, melankoli ve huzursuzluk verir. Bir Kuran ayetinde müşriklerin bu sevgisi ile müminlerin Allah sevgisi şöyle karşılaştırılır:
İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür… (Bakara Suresi, 165)

Sadece Allah’ı Candan Sevenler, Gerçek Sevgiyi Bilir Ve Yaşar
ADNAN OKTAR: Allah insanları böyle, ateşle imtihan eder, zorla imtihan eder. Kaliteli, aklı başında, yiğit, dürüst, samimi insanlar asla etkilenmezler, sürekli Allah’a sadakatini devam ettirir. Allah’a sürekli hüsn-ü zan edilir. Allah’a bir kere inanılır. Bir kere dost olunur. Bir kere aşkla, delicesine sevilir ve bir daha sonsuza kadar bırakılmaz. Her ne olursa, olsun. Kolun kopar, ayağın kopar, öbür ayağın kopar, gözünü çıkarırlar, burnunu koparırlar hala aşkla “Allah” dersin. İman budur. Allah sevgisi budur.Bunun dışındakiler iman olmaz. inşaAllah. Seviyorsa tam bağlıdır. Mesela bunu insan hayatında da görüyoruz. Diyorlar ki “ölüyorum, bayılıyorum”, evleniyorlar. İşte aşk diyorlar, “bayıldım…” Adam diyor ki “ben iflas ettim.” Aman, olay tamamen tersine dönüyor. Bir anda aşkı köşke dönüşüyor. “Haydi bana müsaade” diyor. Bir başkasının gösterttiği mesela köşk, möşk varsa o tarafa doğru gidiyor. Bakın işte bu bir vicdansızlıktır. İnsan sevdiğini ölümüne bırakmaz, ölümüne. Asla. Mesela benim sevdiğim birisi olacak da, ben onu bırakacağım? Asla. En şiddetli zor olsa bile bırakılmaz, en şiddetli. Yeri göğü inletirsin Allah diye yine bırakmazsın. İnşaAllah. Aksi kalleşliktir, vefasızlıktır. Değil onu, mesela kadıncağızı, kızcağızı makyajsız görüyor bitiyor adam için. Yani o kadar basit. Mesela grip, nezle oluyor onun bitap, bitkin halini görüyor o da bitiyor, yetiyor. Mesela doğum yapıyor, doğum onu çökertiyor, değişiyor doğumdan dolayı. Doğumdan sonra boşanmalar çok fazladır dikkat ederseniz. Yetiyor tabi, mesela bakın boşanmalara dikkat edin hep doğum sonrasıdır veya kaza sonrası. Mesela yüzüne birşey oluyor. Kardeşim nasıl vicdan bu, insan bırakır mı? O senin parçan. Allah sana onu emanet vermiş. Değil mi? Sonsuza kadar bırakılmaz. Zaten cennette en güzel şekliyle senin yanına gelecek. Zaten bir insan kaç yıl güzel kalabilir, bir kadın. Zaten yaşlanacak o. Yaşlılığın güzelliği gelecek, yani o anlamda kadınsı vasfı gidecek, değil mi, insani güzelliği gelecek. Ve o haliyle onu seveceksin. Aksi zulümdür. O da Allah’ın bir kulu. Yani sana 24 saat böyle çivi gibi dümdüz nasıl dursun o çocuk. İnsan o yani. Affetmiyorlar öyle birşeyi. İşte bu vefasızlıktır. Allah aşkıyla seven onu her halükarda sever. Çünkü derin bir sevgidir Allah aşkı. Yani bitmek tükenmek bilmeyen bir sevgi vardır. Her ne olursa olsun. Mesela eli yüzü yanar daha da şefkatle seversin. Kolu kopar daha şefkatle seversin. Dikkat edin mesela yaralanmalarda sakatlanmalarda falan mutlaka boşuyorlar. Bu nasıl vicdandır, insan nasıl kıyar buna? Mesela bir yolda insan rastlasa, 20 yılını vermişsin, 10 yılını vermişsin, insanın içi parçalanır. Olacak iş mi? Tahayyül dahi edemiyorum yani. Çok korkunç birşey. İşte bu ancak Allah sevgisi, Allah korkusu ve derin imanla oluşabilecek birşeydir. Derin iman olmadan; ben bazı mankenlerde falan görüyorum demeç veriyor. İşte tutkuyla severim ben, aşkı severim ben. Hiçbir şey de bildiğin yok. Parayı kim verirse ona gidiyorsun. Belli yani, kim zenginse o tarafa dönüyor. Tutkuda aşkta böyle şey olmaz. Deli aşık bunları düşünmez. Şunun bunun hesabını yapmaz. Sadece Allah’ın tecellisi olarak aşkla sever ve asla da bırakmaz, asla. Ölümüne bırakılmaz. Anlatıyorlar mesela bakıyorum, keşke bilseler aşkı. Keşke tutkuyu bilse. Ama üslubundan anlıyorum bilmediğini. Yani yazının içeriğinden anlaşılıyor. Çünkü Allah’tan hiç bahsetmiyor. Allah’tan bahsetmeden nasıl aşkı yaşıyorsun sen, tutkuyu yaşıyorsun. İşte mesela görüyor, adamın altında Jaguar araba var. Aşağı iniyor böyle Clark Gable gibi aşağı iniyorlar böyle bıyık vs. O cebi dolar dolu. “gönlünde fırtınalar koptuğunu, perişan olduğunu, bir anda şehir akımına kapılmış gibi çarpıldığını” falan söylüyor. Sonra adam bir trafik kazası yapıyor, araba gidiyor, eli yüzü bir yaralanıyor adamın. Aşkı adamın, köşkü anında yerle bir, uçuyor. Çünkü sahte aşk o. Allah aşkında, Allah tutkusunda bu daha da coşar. Mesela insanın eşinin sakatlandığını düşünün yani kolu kopsa… İnsan kat kat, onu deli gibi sever. Çünkü acıma da devreye girmiş oluyor. Şefkat hakim olmuş oluyor. Şefkat çok lezzetli birşeydir. Çok zevklidir şefkat. Değil mi? Apayrı bir zevktir. Mesela küçük bir çocuğa biz şefkat duyuyoruz kendini koruyamıyor. Acıyoruz. Acıdığımız için de şiddetli zevk alıyoruz. Mesela ona sarılmak apayrı bir zevktir. Şiddetli bir zevktir, yani bir insana duyulan sevgiyle bu kıyaslandığında apayrı birşey oluyor onun şiddeti çok yüksek oluyor. Mesela bir tavşan bile kendini koruyamadığı için, küçük yavru bir tavşan, insan onu canlı canlı yiyesi geliyor böyle artık. O kadar çok seviyor. Şefkatin insanın ruhunu adeta parçalaması bu işte; yani tazyik meydana geliyor insan ruhunda. Sevgisini ifade edemiyor. İfade edemeyince ne yapsın, seviyorsun, fazla sevsen Allah esirgesin sakatlayacaksın. Çaresiz kalıyorsun sadece bakıyorsun başka yapacak birşey yok. (Adnan Oktar, Çay TV röportajından, 1 Ekim 2009)

Kuran Yol Göstericidir

Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir kitaptır. (Bakara Suresi, 2)
Kuran, Allah’ın sözüdür. Allah, Kendisi’ni tanıtmak, insanların yaratılış amacını bildirmek, dünyanın mahiyetini, imtihanın özelliklerini ve insanlardan neler istediğini haber vermek, ahireti müjdelemek ve güzel ahlakı tarif etmek gibi birçok hikmet üzerine Kuran’ı indirmiştir. Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed (sav)’e vahyedilen Kuran, son kitap olması itibariyle, kıyamete kadar geçerli olacak olan ve insan elinin asla müdahele edemeyeceği bir kitaptır. Allah, Kuran’ın korunma altında olduğunu bir ayette şöyle haber vermektedir:
Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9)
Kuran’ın eşsiz üslubu ve içerdiği üstün hikmet, onun sonsuz ilim sahibi Rabbimiz Allah’ın sözü olduğunun kesin bir delilidir. Bunların yanı sıra, Kuran’ın Allah Katından indirildiğini ispatlayan pek çok mucizevi özelliği de vardır. Bu özelliklerden biri, 20. ve 21. yüzyıl teknolojisiyle eriştiğimiz bazı bilimsel gerçeklerin 1400 yıl önce Kuran’da bildirilmiş olmasıdır. Kuran’ın indirildiği dönemde bilimsel olarak saptanması mümkün olmayan bu bilgiler günümüz insanına Kuran’ın Allah sözü olduğunu bir kez daha ispatlamıştır.
Kuran’ın bir diğer önemli özelliği ise, (tahrif edilmiş Tevrat ve İncil’in aksine) içinde hiçbir çelişki bulunmamasıdır ve bu da Kuran’ın Allah sözü olduğunun bir başka ispatıdır, Allah bu gerçeği insanlara şöyle hatırlatmaktadır:
Onlar hâlâ Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)
Kuran insanlar için yol göstericidir. Aynı zamanda doğru ile yanlışı birbirinden ayıran mutlak doğru bir ölçüdür ki, bu nedenle Kuran’ın bir ismi de “Furkan”, yani “ayırt eden”dir:
… Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah’ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli bir azap vardır… (Al-i İmran Suresi, 4)
Kuran; insanlara öğüt veren, sonsuz ahiret hayatları için onları uyaran bir kitaptır:
İşte bu (Kur’an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)
Kuran, Allah’ın indirdiği son ve kıyamete kadar geçerli olacak tek hak kitaptır. Allah’ın bundan önce indirmiş olduğu Tevrat ve İncil de indirildikleri dönemlerde hak kitap olmalarına rağmen, -önceki sayfalarda da izah ettiğimiz gibi- sonraları insan eliyle ekleme ve çıkarma yapılarak değiştirildiği için, şu anda geçerli olma özelliklerini kaybetmişlerdir. Allah, Kendi Katında İslam’ı tek geçerli din olarak kabul ettiğini de bir ayette şöyle bildirmiştir:
Kim İslam’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır. (Al-i İmran Suresi, 85)

Allah’ın İndirdiği Kitaplara Ve Peygamberlerine İman

İlk insan olan Hz. Adem (as) ile birlikte, Allah, tüm toplumlara Allah’ın ve ahiretin varlığını anlatan, dinini tebliğ eden elçiler göndermiştir. Bunların bir kısmı, Kuran’da ismen zikredilmiş olan ve kendilerine kitap indirilmiş olan peygamberlerdir. Bu peygamberlerin hepsini de Müslümanlar, hak din peygamberi olarak kabul ederler. Bir Müslümanın peygamberler arasında hiçbir ayrım yapmadan hepsini sevmesi ve sayması gerekmektedir. Bir ayette Allah Müslümanlara tüm peygamberlere aralarında hiçbir ayrım yapmadan iman etmeyi şöyle emretmiştir:
Deyin ki: “Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız. (Bakara Suresi, 136)
İçinde yaşadığımız dönemde insanların sorumlu olduğu kitap Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e indirilmiş olan Kuran’dır. Çünkü Kuran’da da haber verildiği üzere, eski hak din kitapları sonradan insan eliyle, Allah sözü olmayan eklemeler ve çıkarmalar yapılarak değiştirilmiştir:
Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için “Bu Allah Katındandır” diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına. (Bakara Suresi, 79)
Bu nedenle İslam dinini, Allah son hak din olarak göndermiştir. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:
… Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim… (Maide Suresi, 3)
Kuran’da Hz. Muhammed (sav)’in son peygamber olduğu da şöyle bildirilmiştir:
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi bilendir. (Ahzab Suresi, 40)
Dolayısıyla Hz. Muhammed (sav)’in gönderilişinden kıyamete kadar tüm insanların tabi olması gereken din: Peygamberimiz (sav)’in çağırdığı hak din olan İslam ve onun kitabı Kuran’dır.

Meleklere İman

Melekler, Kuran’da bize bildirildiği üzere, Allah’ın emirlerini yerine getiren kullarıdır. Allah onlara farklı vazifeler vermiştir. Vahiy indiren Cebrail ile birlikte, insanın iki yanında, yaptıklarını yazan melekler; ahirette, cennette insanları karşılayan melekler ve cehennemin bekçileri olan melekler; insanın canını alan melekler, müminlere destekçi olan melekler; elçilere, bulundukları topluma Allah’ın azabını haber veren melekler, elçilere çocuk müjdeleyen melekler vardır. Meleklerin, itaatkar, sürekli Allah’ı takdis eden, yücelten varlıklar oldukları bir ayette şöyle haber verilir:
Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah’a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar. (Nahl Suresi, 49)
Melekler tarih boyunca insanlara Allah’ın emirlerini ulaştırmışlardır. Pek çok peygambere ve hatta Hz. Meryem gibi peygamber olmayan salih insanlara da melekler insan görünümünde gelmiş, onlara Allah’ın emirlerini ve hikmetlerini haber vermişlerdir. Bu konudaki bilgileri Allah bize Kuran’da bildirmiştir. Dolayısıyla meleklere iman, Kuran’a ve dine imanın bir şartıdır. Bir ayette, meleklere imanın bir mümin vasfı olduğu şöyle anlatılır:
Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, Kitaplarına ve elçilerine inandı. “O’nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana’dır” dediler. (Bakara Suresi, 285)

Dünya Hayatının Geçiciliği

Dünya hayatı, insanlar için bir imtihan yeridir. Allah dünyada insana çekici gelen çeşitli nimetler yaratmış, ancak bunların çekiciliğine kapılıp Allah’ı ve dini unutmamaları için de insanları uyarmıştır. Ayetlerde dünya hayatındaki süslerin aldatıcı olduğu ve asıl güzelliğin Allah’ın rızası ve cenneti olduğu şöyle haber verilir:
Şüphesiz Biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye. (Kehf Suresi, 7)Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Mümin de dünyadaki nimetlerden faydalanır, ancak inkarcılardan farklı olarak bu nimetleri hayatının amacı olarak görmez. Bunlara sahip olmayı isteyebilir, ama sadece Allah’a şükretmek ve O’nun rızası için hayırda kullanmak kastıyla bir araç olarak görür. Bunların peşinden hırsla gitmez. Çünkü, dünya nimetlerinin kendi hayatı gibi geçici olduğunu bilir. Öldükten sonra, malının kendisine hiçbir fayda sağlamayacağını, hatta onlara kapılıp, dünyevi hırsları amaç edinip, sadece zevkini çıkarmaya çalıştığında ahiretini kaybedeceğini bilir.
Bir ayette bu önemli sır şöyle haber verilir:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)
Dünya metaları, imtihan sebebi olması nedeniyle, özellikle nefse hoş gelecek şekilde çekici olabilir. Dış görünümündeki bu çekicilik unsurunu, şeytan, insanı kandırma malzemesi olarak kullanmaya çalışır. Müminler, hoşlarına gitse dahi, bunların gerçek mahiyetlerini anlamış insanlardır. Tümünün dünyaya ait, geçici nimetler olduklarını ve bunlarla denendiklerini bildiklerinden, ayrıca bu nimetlerin asıllarına, sonsuz olarak cennette sahip olmaya talip oldukları için bunların çekiciliğine aldanıp ahiretlerine tercih etmezler. Böylece şeytanın oyununa gelmez ve sonsuz azaptan kurtulurlar. Allah Kuran’da insanları bu konuda şöyle uyarmaktadır:
Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah’ın va’di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın. (Fatır Suresi, 5)
İmanı ve dolayısıyla da aklı olmayanlar ise, şeytanın etkisi altına girmiş olduklarından dolayı, bu süs ve çekiciliğin cazibesine kapılarak dünyanın geçici metalarını elde etmeyi hayatlarının amacı haline getirirler. Allah, bu gibilerinin durumunu şöyle tarif etmektedir:
Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayı) seviyorsunuz. Ve ahireti terk edip-bırakıyorsunuz. (Kıyamet Suresi, 20-21)

“Dünyanın En Güzel Yönü
Allah’ı Sevmektir”
ADNAN OKTAR: Olağanüstü bir ortamdayız. Biz buraya eğlenmeye, sadece üremeye, mal-mülk sahibi olmaya gelmedik. Mal-mülk sahibi bile olmuş olsa, on seneler böyle bir sene gibi geçiyor. Kısa sürede netice oluyor. Mesela kırk yaşındaki genç kadınlar şu an seyreden kişilere sorsanız, kırk yaşındaki kişilere daha dün gibi gençlikleri. Yani anında gelmişlerdir 40 yaşına. Mesela 60 yaşında olanlar için de daha dün gibidir. Yani akıl almaz bir süratle gelmiş olur o yaşa. Ama genç olanlar zannediyorlar ki çok uzun süre yaşayacaklar. Halbuki hiç öyle olmuyor onlar onu görecekler. Kısa sürede bu iş bitiyor. Hemen arkasından kanserler, ülserler, kalp hastalıkları devreye giriyor. Hastanelerde onlarla boğuşuyorlar. Zaten kırk yaş-elli yaş arası, kanserin, ülserin, kalp hastalıklarının en yoğun olduğu dönemlerdir. Artık ondan sonra ölüm devri başlıyor insanlar için. Artık ölüme karşı direniyorlar, ölmemek için uğraşıyorlar. İlaçlarla, tedavilerle, gayretlerle zoraki kendilerini yaşatmak için çalışıyorlar. Yani normal haline bıraksalar ölecekler, fakat direniyorlar ölüme. Böyle yaşamaya çalışıyorlar. Halbuki, bir fevkaledelik var. “Ben sadece imtihan için ve bana kul olmanız için gönderdim” diyor Allah buraya. Bunu ısrarla anlamazlıktan geliyorlar. Yani dünyada ne var, değil mi? Binbir zahmetle yiyecek elde ediyorlar. Binbir zahmetle o yiyeceğin sıkıntısını yaşıyorlar arkasından. Her gün banyo yapmaları gerekiyor, değil mi? Her gün kendilerine bakmaları gerekiyor. Mesela bir kadın kendine bakmazsa perişan oluyor. Bir erkek de kendine bakmayınca o da perişan oluyor. Günün sekiz saati uykuyla geçiyor nedereyse yarısı, yani değil mi? Sekiz saati uykuyla geçiyor, sekiz saati de çalışmayla geçiyor. Ondan gerisini de yemeğe, şuna-buna ayırıyorlar, işte banyo yapmaya vakit ayırıyorlar. Gün yetmiyor, yani ucu ucuna olmasına rağmen. Hatta birçok yemeği ayakta yiyorlar. Mesela sandviç alıp yiyor vakti yetişmediği için. Bu kovalamaca içerisinde yine dünyaya çok meraklı oluyor birçok insan. Yani sanki dünyadan çok acayip bir şey kazanacaklarmış gibi. Dünyada bir şey yok. Dünyanın en güzel yönü Allah’ı sevmektir, Allah aşkıdır, tutkuyla Allah’a bağlanmaktır, Allah’ın hükümlerini, Kuran’ın hükümlerini çok sevmektir. Allah’ın hükümlerini yerine getirmek çok lezzetlidir. Din ahlakından taviz vermemek mesela çok zevklidir. Kuran’dan asla taviz vermemek çok zevkli bir olaydır. Kuran’a sıkı sıkıya sarılmak çok zevklidir. Ayrı bir derinliği vardır, ayrı bir özel zevki vardır, Müslümanların bildiği özel bir zevktir. Allah’ı aşk ile tutkuyla sevmek zaten muazzam bir nimettir ve aşkla, tutkuyla Allah sevildiğinde insanları da o zaman biz aşkla, tutkuyla, Allah rızası için severiz. Allah’ın tecellisi olarak severiz. O zaman da o bizde derin ve şiddetli etki meydana getirir. Yoksa insanda bir şey yok ki. Yani protein, kemik, bağırsak, karaciğer, dalaktan falan oluşmuş bir et yığını, yani bir şey yok insanda. Allah’ın tecellisi olduğu için bu kadar şiddetli seviyoruz. Yani bu tutkunun nedeni Allah’ın tecellisi olmasıdır. Allah çünkü bize insan şeklinde tecelli ediyor beynimizde, bu şekilde görüyoruz. Allah’ı sevdiğimiz için insanı seviyoruz biz. Yoksa öbür türlü insan bizim için hiçbir şey ifade etmez, dünya da hiçbir şey ifade etmezdi. Denizler bizi korkuturdu, dağlar korkuturdu hatta insan da korkuturdu. İnsanı gördüğünde insan kaçacak yer arardı. Yani hiçbir şey ifade etmeyecekti. Allah’ı sevdiğimiz için, içimizdeki bu aşk ve tutku duygusu şiddetli olarak ruhumuzda var. Çünkü Allah sonsuz güzel, bize de sonsuz aşk ruhu vermiştir. O devreye girdiğinde mümin olduğunda şahıs, işte cenneti aşkla seviyor. Cennetin ağaçlarını aşkla seviyor, cennetin bitkilerini, insanlarını oradaki vildanları, hurileri hepsini aşkla seviyor, Allah aşkıyla seviyor. Ondan dolayı çok zevk alıyor. Yoksa bir dinsizi götürsen cennete koysan sıkılır adam bunalır. Cennet köşkleri onun için hiçbir şey ifade etmez. Cennetteki insanlardan da rahatsız olur. Yani ancak imanla bu zevkli oluyor. (Adnan Oktar’ın Maraş Aksu TV röportajı, 28 Ocak 2010)

İnsan İmtihan Olmaktadır

Allah, herşeyi hikmetle yaratmıştır. Evrendeki pek çok şeyi de insanın hizmetine vermiştir. Güneş Sistemi’nden atmosferdeki oksijen oranına, etinden sütünden faydalandığımız hayvanlardan suya ve daha nicelerine kadar kainattaki pek çok varlığın insanın yaşamına hizmet edecek şekilde yaratıldığı açıkça görülmektedir. Bu gerçek ortadayken, insan hayatının bir amacı olmadığını düşünmek, büyük bir cehalet ve akılsızlık olur. Elbette insanın da bir yaratılış amacı vardır ve Allah bu amacı şöyle açıklar:
… insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)
Ancak insanların sadece az bir kısmı bu yaratılış amacını kavrar ve buna uygun olarak yaşar. Allah dünya üzerindeki yaşamımızı ise, bu amaca uyup uymadığımızı denemek için yaratmıştır. Allah’a gönülden kulluk edenlerle O’na isyan edenler bu dünyada ayrılacaktır. İnsana verilen tüm imkanlar (bedeni, duyuları, malları…) bu imtihan içindir. Bir ayette Allah şöyle buyurur:
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. (İnsan Suresi, 2)
İnsanın dünyadaki vazifesi, Allah’a ve ahirete iman etmek, Kuran’da belirtildiği şekilde güzel ahlak sahibi bir insan olmak, Allah’ın sınırlarını korumak ve O’nun hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaktır. Bunları kimin yapacağını ise ancak yaşadığımız bu dünya hayatındaki imtihan neticesinde görebileceğiz. Çünkü Allah insanlardan gerçek ve samimi bir iman istemektedir. Bu ise kişinin yalnızca “ben inandım” demesiyle elde edilmiş olmaz. İnsan, Allah’a ve O’nun dinine gerçekten inandığını, şeytanın, kendisini saptırmak için göstereceği büyük çabalara rağmen doğru yoldan dönmeyeceğini göstermelidir. Aynı şekilde inkarcılara uymayacağını, kendi nefsinin tutkularını Allah’ın rızasına tercih etmeyeceğini de ispatlamalıdır. Bunu ise karşılaştığı olaylara verdiği tepkilerle ortaya koyacaktır. Allah, dini kabul eden insanın karşısına sabretmesi gereken bazı zorluklar çıkaracak, bunlara karşı gösterdiği tavırlarla onu imtihan edecektir. Bu gerçek, Kuran ayetlerinde şu şekilde izah edilir:
İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? (Ankebut Suresi, 2)  Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Al-i İmran Suresi, 142)
Gerçek bu iken iman eden bir insanın karşılaştığı zorluklara şaşırması elbette doğru olmaz. Bu zorluklar günlük hayatın sanki sıradan gibi gözüken problemleri de olabilir, ilk bakışta büyük bir felaket gibi gözüken olaylar da olabilir. Mümin tüm bunların hepsine imtihan gözüyle bakmalı, Allah’a tevekkül etmeli ve O’nun rızasına uygun olan tavrı göstermelidir. Bir ayette, müminlerin karşılaşacakları zorluklardan şöyle söz edilir:
Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155)
Sadece zorluklar değil, dünya hayatındaki nimetler de Allah’ın birer imtihanıdır. Allah verdiği her nimetle beraber insanın Kendisi’ne şükredici olup olmadığını dener. Nimetlerin yanında Allah insana hayatı boyunca üzerinde karar vermesi gereken pek çok olay çıkarır. Bu olayların hepsinde insan ya Allah rızasına ya da nefsine uygun bir karar verme alternatifine sahiptir. Eğer olayın bir imtihan olduğunun farkında olur ve Allah’ın rızasına uygun kararı verirse imtihanı kazanır. Nefsi lehinde karar verdiği durumda ise bu hem ahirette kendisini pişman edecek bir günah olacak, hem de onu dünyada iken manen rahatsız etmeye ve yıpratmaya başlayacaktır. Allah dünya hayatındaki olayları zaten imtihan kastıyla yaratmaktadır. Gafil insanların “tesadüf” veya “aksilik” diye nitelendirdikleri olaylar, aslında kaderlerinde sonsuz hikmetle yaratılır. Allah Kuran’da buna örnek olarak, Musevilerin bir imtihanından bahseder; Musevilerin cumartesi günü iş yapmaları yasaklanmış, ama avlamak istedikleri balıklar da kendilerine hep o gün gelmiştir:
Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. ‘Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında’, balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, ‘cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında’ ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk. (Araf Suresi, 163)
Burada söz konusu Musevilerin çoğu, balıkların “tesadüfen” cumartesi günleri şehirlerine akın ettiklerini sanmış olabilir, oysa bu Allah’ın yarattığı özel bir imtihandır. Aynen bunun gibi bizim yaşadığımız her olayda bir İlahi hikmet ve imtihan vardır. Mümine düşen, bu gerçeği her zaman akılda tutmak ve daima Allah’ın rızasına uygun davranışlar göstererek dünya imtihanını kazanmaya çalışmaktır.

Ölüm Bir Son Değildir

Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)
Ölüm, insanın bu dünyadaki hayatı içinde yaşayacağına emin olduğu çok önemli bir gerçektir. Bir saat, hatta bir dakika sonra yaşayacağımızı bilemediğimiz gibi, neler yaşayacağımızdan da emin değilizdir. Hayatımızı, emin olmadığımız, akıbetini bilmediğimiz olaylara göre yönlendirmemizin ne kadar hatalı olacağı da ortadadır. Emin olduğumuz tek şey ölümü yaşayacağımızdır. Yaşamımızı bu kesin gerçeğe göre ayarlamamız gerektiği, sadece bu düşünüldüğünde anlaşılmaktadır.
Ölüm de insanın imtihanının bir parçasıdır. Allah, Kuran’da hayatı ve ölümü insanı imtihan etmek için yarattığını şöyle bildirmiştir:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Ölüm sadece dünya hayatının, dolayısıyla imtihanın sonudur. Aynı zamanda, sonsuz olan ahiret hayatının da başlangıcıdır. İman edenler bu nedenle ölümden korkmazlar. Hayatlarını Yüce Allah’ın hoşnutluğunu gözeterek, ahirete yönelik salih amellerle geçirdikleri için Allah’ın vadettiği cenneti umarak ölümü güzel karşılarlar.
İman etmeyenler ise, ölümü bir yok oluş zannettikleri için ölümden çok korkarlar ve düşüncesi bile onlara ızdırap verir. Bu nedenle ölümü hiç düşünmez, hatta akıllarına bile getirmek istemezler ve ölümden kaçarlar. Oysa bu boşuna bir çabadır. Hiç kimse Allah’ın kendisine takdir ettiği ölüm saatinden kaçamaz. Bir ayette bu gerçek şöyle vurgulanmaktadır:
Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile… (Nisa Suresi, 78)
Ölümü düşünmemek, gerçekten kaçmaktır. Ölüm er-geç insanı yakalayacağına göre, ölümü düşünerek hareket etmek ise akılcı davranmaktır. Müminler bu akılcılıkla yaşarlar. Ölüm gelene kadar salih davranışlarda bulunurlar. Çünkü Allah Kuran’da bunu emretmiştir:
Ve yakîn (ölüm) sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et. (Hicr Suresi, 99)
Ölümü düşünmek insanı güçlü ve iradeli kılar. Nefsinin, dünyanın aldatıcı zevklerine kanarak kendisini yanlış davranışlara sürüklemesini engeller. İnsana, dünyadaki geçici ve salih olmayan tavırlara kapılmayacak iradeyi sağlar. Bu nedenle müminin sık sık ölümü düşünmesi, kendi dahil tüm insanların yakında bir gün öleceğini tefekkür etmesi ve dünyaya bu şuurla bakması gerekir.
Ölümle ilgili Kuran’da haber verilen bir diğer gerçek, ölüm anında yaşanan olaylardır. Ölmekte olan bir kişiyi görenler, onun sadece biyolojik ölümünü seyrederler. Oysa gerçekte ölen kişi yeni bir boyuta geçer ve ölüm melekleriyle karşılaşır. Eğer inkarcı bir kişiyse ölüm ona büyük acılar verir ve ölüm melekleri canını azap vererek alırlar. Aşağıdaki ayetlerde, inkarcıların ölüm anındaki bu azabı anlatılmaktadır:
… Sen bu zalimleri, ölümün ‘şiddetli sarsıntıları’ sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: “Canlarınızı çıkarın, bugün Allah’a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O’nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz” (dediklerinde) bir görsen… (Enam Suresi, 93) Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah’ı gazaplandıran şeye uydular ve O’nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı. (Muhammed Suresi, 27-28)
Ölüm, mümin için büyük bir mutluluk ve neşenin başlangıcıdır. Ruhu en derinden acıyla sökülen kafirin aksine müminin ruhu, ”yumuşacık çekip alanlar” tarafından (Naziat Suresi, 2) adeta uykuda ruhun acı olmadan bedenden ayrılıp farklı bir boyuta geçmesi gibi (Zümer Suresi, 42) alınır. Ayetlerde iman edenler için şöyle buyrulmaktadır:
Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: “Selam size” derler. “Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.” (Nahl Suresi, 31-32)

Ölüm, İman Edenler İçin Bir Nimet İnkar Edenler İçin Bir Felakettir
ADNAN OKTAR: Dinsiz olan için zaten ölümle felaket başlıyor, ölümden önce de zaten dinsiz sevgisizliğin, tutkudan uzak olmanın, insanlara hep kuşkuyla bakmanın, güvensizliğin, yalnızlığın, egoistliğin, bencilliğin acısıyla yanar kavrulur dünyada. Onlara çok bela da isabet eder ayrıca, fakat onu hayatın akışı içinde normal bir şey zannederler. Fakat ölürken çok feci bir ölümle ölüyor küfür. Yani “dikenli bir çalının içinden sökülüp çıkarılması gibidir” diyor “ruhu çıkarılır” diyor rivayette ve “dövülerek, sırtına vurularak yani çok şiddetli darbeler alarak canı alınıyor”, zaten burada başlıyor olay. Her safhası bir ızdıraptır, ama mezar hayatı denilen, o kabir hayatı denilen olay çok kısadır. Çünkü zaman izafidir, izafi olduğu için göz açıp kapamak kadar kısa bir vakittir, o çok çok kısa bir vakittir. “Hemen insanlar kıyametin koptuğunu görecek” diyor öldükten sonra. Çünkü mesela uyuyan bir insan bazen 15 gün komada oluyor uyandırıyorsun adama eğer bir gün dersen bir gün olarak inanıyor, 6 saatten beri uyuyorsun dersen 6 saat olarak inanıyor, yani sen ne dersen ona göre 1 sene dersen 1 seneye de inanır. Zaman izafi bilemez. O insanlar da böyle olacaktır, zaman izafi olduğu için kalktıklarında onu bilemezler, çok çabuk geçecektir vakit. Ama o ortama getirildiklerinde zaten orada olay hemen anlaşılacaktır. Yani müminlerin önündeki ve sağındaki ışık yanında sürücüleri olması, nurlu ve çok güzel olmaları, nurdan kıyafetleri yani üstleri örtülü olacak. O, onların zaten ehl-i necat, kurtuluş ehli olduğunu göstertiyor, kurtuluşta olduklarını göstertiyor. Ama küfür zaten çok perişan kirli ve pis hale getirilecek zaten onun için bir kurtuluş dönüş yok yani orada görülüyor Allah’ın dilemesi dışında bir daha kurtulamaz.
Cehennem arazisine sokulacaklar ondan kasıt, herkes bir kere görsün. Çünkü Allah sürekli cehennemden bahsediyor, ama cehennemi insanlar bilmemiş olacak o zaman. Yani sonsuza kadar bilmemiş olacaklar, hâlbuki müminlerin herkesin merak ettiği, bilmek istediği bir yerdir cehennem. Yani kalmak istemezler, ama görmek ister Allah’ın bir sanatı o da çünkü özel yaratışı. 
Orada Müslümanlar toplu biraraya gelecekler, o küfür de biraraya gelecektir yani“müminlerin liderleri öncüleri ve imamlarıyla birlikte biraraya getirilirler” (İsra Suresi, 71) diyor Allah. Yani biz Peygamberimiz (sav)’in sancağı etrafında toplanacağız Museviler Hz. Musa (as)’ın sancağı etrafında toplanacaklar, her grup öyle toplanacak. Sonra müminlere Cenab-ı Allah “geçin” diyor cennette. Cennet kapıları son derece muhteşemdir, son derece güzel, müminler oraya geçtikten sonra küfür orada bırakılıyor. Ondan sonra da, onlar da cehenneme alınacaklar ama cehenneme alındıktan sonra onlar bölümlerine gönderiliyor işte en feci azap çekecekleri şey odur. Münafıklar en alt derin tabakalarına indiriliyor cehennemin. Özel cehennem görevlileri vardır, sayıları Kuran’da 19 olarak geçiyor yani güçlü kuvvetli böyle, yalvarsalar da onlar ondan etkilenen varlıklar değil, özel yaratılmışlardır, cehennem zebanileri.
Yani Allah’ın emrindedirler, güçlü kuvvetlidir, sürükleyerek alır götürür. Zorla yapar yani, Allah onlara özel bir güç vermiştir, Allah’ın tecellisidir onlar, ama onlar cehennemde yaşadıkları halde bakın çok önemlidir bu, cehennemin rahatsızlığını hissetmezler, cehennem onlara cennet gibi gelir, Allah’ın verdiği bir güçle etkilenmezler, yani ters etki yapar onlarda, küfür için azaptır, yani algıya bağlıdır bu.
Onun için onlar orada Allah’ın kulu olarak Allah’a ram olmuş, Allah’a bağlanmış hizmetliler olarak sonsuza kadar zebaniler hizmet edecekler, cehennemin en derin tabakasına münafıklar indirilecek. Hz. Musa (as) devrinin münafıkları, Peygamber Efendimiz (sav) devrinin münafıkları, Hz. Mehdi (as) devrinin münafıkları hepsi biraraya getirilecek, yerin en alt tabakasına, cehennemim en alt tabakasına indiriliyor bunlar. Tabii o karanlık bir yer, çok ızdıraplı bir yer, kirli bir yer, magmanın, ateşin, pis kokunun, kirin çok yoğun olduğu bir yer, ama en çok onları rahatsız edecek olan şey kıyastır. Yani cennetle kıyas etmektir, cenneti gördükçe iyice azapları artacak inşaAllah. (Adnan Oktar Çay TV röportajından, 25 Şubat 2009)